Mevlâna anlatımıyla anne, baba ve çocuk eğitimi
Selçuk Üniversitesi Mevlâna Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Nuri Şimşekler Hazreti Mevlâna’nın 752. Vuslat yıl dönümü nedeniyle bir köşe yazısı yayımladı.
Selçuk Üniversitesi Mevlâna Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Hazreti Mevlâna’nın 752. Vuslat yıl dönümü nedeniyle bir köşe yazısı yayımladı. Prof. Dr. Nuri Şimşekler köşe yazısında şu ifadelere yer verdi:
Mevlâna birçok konuda olduğu gibi aile içi ilişkiler ve çocukların yetiştirilmesi konusunda da önemli mesajlar vermiş, kendine has teşbihleriyle de konunun daha iyi anlaşılmasını sağlamıştır. Mevlâna; anne olarak kadının çocuğunun ilk öğretmeni olduğunu, çocukların eğitiminde ise babanın teşvik edici bir rol üstlenmesi gerektiğini; çocukların da bu teşviki boşa çıkarmayarak gerek okul hayatında ve gerekse öğrendiği san’atta iyi yetişmesi gerektiğini önemle vurgular. Yine çocukların iyi ve başarılı bir fert olmasının da anne babaya olumlu yansıyacağını, böyle olmadığı takdirde ise bir ağacın köküne benzeyen ebeveynin kuruyup dallarının yapraksız kalacağını belirtir.
Mevlâna’nın evlilikleri ve çocukları
Hz. Mevlâna hayatında iki evlilik yaşamış; ilk eşi Belh’ten Konya’ya beraber geldikleri Semerkantlı Lala Şerafettin’in kızı ve çocukluk arkadaşı Gevher Hatun’un vefatından sonra daha önce eşi vefat etmiş olan Konyalı Kerra (Kira, Gera) Hatunu zevceliğe almıştır. Yani aynı anda birden fazla kadınla evli olmamıştır. Bu davranış da onun tek eşliliğe verdiği önemi göstermektedir.
Mevlâna ilk eşi Gevher Hatundan Bahâeddin Sultan Veled (d. 1226) ve Alâeddin Çelebi (d. 1227); ikinci eşi Kerra Hatundan ise Muzaffereddin Emir Âlim (öl. 1297) ve Melike Hatun (öl. 1304) olmak üzere üç oğlu ve bir kızı dünyaya gelmiştir. Bu çocuklardan en büyüğü Bahâeddin Sultan Veled babasının ölümünden sonra Mevlevîlik Tarikatını kurarak onun düşünce ve felsefesini yaymış; kardeşi Alâeddin ise esnaflık ve ilimle uğraşmış ve Mevlâna’nın yaşadığı dönemlerde vefat etmiştir (1262). Mevlâna’nın ikinci hanımından dünyaya gelen Muzaffereddin Emir Âlim ise Selçuklu sarayında görev yapmış ve padişahın haznedarlığına kadar yükselmiştir. Mevlâna’nın tek kızı Melike Hatun da babasına olan bağlılığından dolayı ‘Hüdavendigârzâde’ (Efendipula) diye anılmıştır. Günümüzde 24. kuşağa ulaşan Mevlâna’nın soyu ise kendisine huy ve fizikî bakımdan en çok benzeyen Bahâeddin Sultan Veled’in vasıtasıyla olmuştur.
Mevlâna çocuklarıyla daima iyi iletişimler kurmuş ve bilhassa Sultan Veled’i yanından hiç ayırmayarak ders ve meclislerinde hazır tutmuştur. Sultan Veled daha küçükken babasının kucağında uyumayı çok sever ve kucaktan bırakıldığı zaman ağlamaya başlarmış. Mevlâna, ailesi ve dönemi hakkında bilgi veren Eflâkî Dede Menâkıbül-ârifîn (Âriflerin Menkıbeleri) adlı eserinde bu olayı şöyle anlatır:
“Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled Hazretleri henüz meme emen bir çocukken daima babasının kucağında uyurdu. Mevlâna, teheccüd zamanı kalkıp namazını kılacağı vakit, Sultan Veled bağırır ve ağlardı. Mevlâna Hazretleri, susturmak için namazı bırakır, onu kucağına alır ve tekrar uyuturdu.”
Mevlâna, Sultan Veled ve gelini Fatma Hatundan olma torunu Ârif Çelebi’yi de çok sever ve yaşlılığı döneminde dünyaya gelen bu torununa ayrı bir önem verirdi. Yine Eflâkî Dede’nin eserinde yer alan aşağıdaki hikâye, günümüzde de dersler alınması gereken ana fikirleri barındırmaktadır:
“Mesnevihân Sirâceddin Mevlâna’nın, çocuklarla olan iletişimini anlatırken şöyle der: Bir gün Çelebi Hüsâmeddin’le birlikte Mevlâna’yı ziyaret etmek için medreseye gelmiştik. Birdenbire bahçenin kapısı açıldı, bir de baktım ki, Mevlâna’nın torunu Çelebi Emir Ârif’i küçük bir arabaya oturtmuşlar, lalası da onun arabasını çekiyor. Mevlâna, hemen yerinden kalkarak arabanın ipini mübarek omzuna koyup; ‘Ârif’e öküzcülük edebilirim’ dedi. Bunun üzerine Çelebi Hüsâmeddin de kalkarak arabanın bir tarafını tuttu, bir iki defa medresenin avlusuna dolaştırdılar. Çelebi Ârif, tatlı tatlı gülüyor ve seviniyordu. Mevlâna, ‘Çocukları okşamak, şeriat padişahı ve hakikat ayının feleği olan Peygamberimizden biz Müslümanlara kalmış bir mirastır. Peygamber; ‘Çocuğu olan çocuklaşsın’ buyurmuştur’ dedi ve şu şiiri okudu:
Babanın aklı dünyayı ölçerse de küçük çocuğun anlaması için ‘ti ti’ der.”
Çocuğun ilk öğretmeni annesidir
Hz. Mevlâna çocukların henüz bebek olduğu dönemlerde annelerinin sözleriyle kulaklarının dolduğu ve büyüyünce de bu söz ve üslupla konuştuğunu belirterek annelerin çocukları üzerindeki etkisini önemle vurgular. Tabi ki hal böyle olunca annelere büyük bir sorumluluk düşmekte ve ilk eğitimi vermeleri özelliklerinden dolayı sanki hiçbir şey anlamaz gibi görünen çocuklarına çok hassas ve olumlu bir üslupla davranmaları gereği ortaya çıkmaktadır. Mevlâna yine burada çocuklarına kızdıklarında “geber” diye bağıran anneleri eleştirir; ama yine de onları kayırarak “Annen sana geber, dese bu sözüyle sendeki kötü huyun gebermesini ister” der. Mevlâna ayrıca çocukların oyunlar vasıtasıyla da olgunlaştığını; erkek çocuklarının tahta kılıçlarla, kız çocuklarının da oyuncak bebeklerle oynayarak farkında olmadan kendilerini geleceğe hazırladıklarını belirtir. Mevlâna’nın bu fikirleri son yıllarda bilimsellik kazanan ‘oyunla eğitim’ formasyonunun yüzyıllar öncesinde ortaya konmasıdır.
Çocuk ve okul
İlk eğitimini annesinden alan çocuğun ikinci eğitmeni okuldaki hocasıdır. Mevlâna’ya göre; çocuk okula giderken eğitiminden sorumlu olan öğretmen kadar babası da sorumluluk sahibidir. Artık büyüyüp evden çıkan çocuk öğretmeni ve babası vasıtasıyla eğitimine devam eder.
Babanın görevi; çocuğunun düzenli olarak okula gitmesini temin etmek; eğer gitmek istemiyorsa onu ödüllendirme yöntemiyle para ve çeşitli hediyeler vererek gitmesini sağlamaktır. Çünkü çocuk henüz okulda görüp öğrendiklerinin faydasını, ileride ne işe yaradığını henüz bilmemektedir. Yine Mevlâna’ya göre; çocuk okuldaki bilgilerin ne işe yaradığını bilip, anladıktan sonra hiçbir zorlama olmadan okula gidecektir. Kısaca söylemek gerekirse babanın çocuğunun eğitimindeki görevi; onun eğitimi için gerekli olan maddi-mânevî alt yapıyı tesis etmektir.
Öğretmenin görevi ise; okula gelen çocuğu okuma-yazma ve çeşitli misaller vermek suretiyle diğer ilimleri öğreterek yetiştirmek; okula gelemeyecek kadar hasta bile olsa çocukları evine çağırarak hasta yatağında eğitime devam etmesidir. Öğretmenin başarısı da öğrencinin istekli olmasıyla doğru orantılıdır. Öğretmen bazen de okula gelmeyen veya dersi iyi anlamayan öğrenciye ceza verebilir.
Çocuk ve san’at
Mevlâna öğretmensiz bilgi öğrenilmeyeceği gibi ustasız da san’atın bellenmeyeceğine dikkat çeker ve teorik ve pratik eğitimin de gereğini vurgulayarak şöyle der:
“Dünyada en aşağılık sanat bile hiç ustasız elde edilebilir mi?
Her sanatın öncesi bilgidir, ondan sonra icra, amel gelir...
Ey akıl sahibi! Sanat öğrenmeye çalış;
fakat o sanatı ehil olan kerem sahibi temiz bir kişiden öğren.”
Çocuğun görevi de kendisine sağlanan bu imkânlar çerçevesinde kendisini yetiştirmek; derste hocasını, dükkânda ustasını iyi dinleyerek ona saygı duymak ve asla onlarla iddialaşmamaktır. Yine Mevlâna san’at öğrenen veya öğrendiğini zanneden gençlere şu önemli tavsiyelerde bulunur:
“Ticarette olgunlaşmamışsan yalnız başına dükkân açma; yoğrulup ustalaşıncaya kadar birinin emri altına gir!
Ustaya müracaat etmeksizin sanat öğrenip, dükkân açan kişi şehirde de alay konusu olur, köyde de!”
Annenin değeri
Bilindiği üzere Peygamber efendimiz kendisine gelip en çok kime hürmet ve şefkat besleneceğini soran bir sahabeye “Annene” diye cevap vermiş; sahabenin “Daha sonra kime” diye iki defa daha tekrarlamasına Peygamber Efendimiz iki defasında da aynı cevabı vermiş; dördüncü seferde ise “Babana” diyerek annenin, dolayısıyla kadının da değerini vurgulamıştır.
Mevlâna da “Kadın Hak nurudur, sevgili değil; sanki yaratıcıdır yaratılmış değil” diyerek kadının anneliğini adeta kutsal sayar. Mevlâna, annenin 9 ay boyunca karnında taşıyıp bin bir güçlükle dünyaya getirdiği yavrusunu Allah’ın inayetiyle göğsünde hâsıl olan sütüyle beslemesi gerektiğini vurgular; eğer süt yerine başka bir gıdaya beslerse çocuğun zarar göreceğine değinir. Bu, modern tıbbın henüz son yıllarda keşfettiği anne sütünün değerinin yedi yüz küsur yıl önce Mevlâna tarafından açıklanışıdır. Yine Mevlâna’nın; çocuğun anne karnındayken kan ile beslendiğini vurgulaması da onun bilgisinin çeşitliliği ve ileri dereceliğinin delillerindendir.
Anne ve çocuk sevgisi
Mevlâna çocuklarına iyi davranmayan anneleri eleştirir ve acıklı bir benzetmeyle annelerin çocuklarının ölümünden sonra perişan olduğunu, onların mezarına giderek topraklarına yüzünü gözünü sürdüğünü belirterek, ölümden sonra toprağa yüz-göz sürmektense çocukları hayattayken onları bu sevgiyle sevmeleri gerektiğini belirtir.
Mevlâna yine Mesnevî’sinde anne hakkında şöyle der:
“Ana hakkı Allah hakkından hemen sonra gelir.
Çünkü Allah, anayı senin ana karnındaki şekline borçlu etmiştir.”
Mevlâna yine çocuklarını kaybeden annelere çok acımakla birlikte, onların -bir şartı yerine getirdikleri takdirde- Cennetle müjdeleneceklerini haber verir ve şu ibret-amîz hikâyeyi anlatır:
“Çocuğu yaşamayan kadının ağlayıp inlemesi, “bu, senin riyazâtına karşılıktır, senin için mücahitlerin cihadına mukabildir” diye cevap gelmesi
Bir kadın vardı, her yıl bir çocuk doğururdu. Fakat çocuk, altı aydan fazla yaşamazdı.
Üç aylıkken yahut dört aylıkken ölür giderdi. Kadın feryat ederek dedi ki; “Yarabbi,
Bu çocuklar, bana dokuz ay yük oluyor, üç aycağız da ferahlık veriyor. Bana verdiğin nimet eleğim sağmadan tez geçip gidiveriyor!”
Kadın böylece Tanrı erlerine ağlayıp yalvarmakta, çocuklarının ölümünden şikâyet etmekteydi.
Bu suretle tam yirmi oğlan doğurdu, fakat hepsi öldü; ciğerine bir yaman ateştir düştü.
Nihayet bir gece o kadına rüyasında yemyeşil güzel, kusursuz, ebediyyet yurdunu, yani cenneti gösterdiler.
Kadıncağız, cenneti görüp mest oldu. O teselliye uğrayınca elden çıktı, kendinden geçti!
Cennette köşkün birinde adının yazılı olduğunu gördü, orasını kendinin sandı.
Sonra ona dediler ki; “Bu mekân, canını feda etmede doğru olan, bu fedakarlıkta doğruluktan ayrılmayan kişinindir.
Bir hayli hizmet etmek gerek ki, sen de bu kuşluk kahvaltısından yiyesin, bu mekâna lâyık olasın!
Fakat sen, Allah’a sığınmada tembellik ediyorsun. Allah da ona karşılık olarak sana o musibetleri veriyor.”
Kadın, “Yarabbi, yüzyıl, hatta daha fazla bir müddet benden kan dök, evlatlarımı öldür... razıyım” dedi.
Yavaş yavaş, adım adım o bahçeye girip bütün çocuklarını orada görünce
Dedi ki; “Yarabbi, ben kaybettim ama sen kaybetmemişsin!” Evet... insan, gaybı gören göze malik olmadıkça insan olamaz.”
“Ve iyi bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız bir imtihandan ibarettir…”
(Enfal/28; Tegabun/15)
“Biz o insana anne-babasına güzel davranmayı tavsiye ettik...”
(Ahkaf/151)
Kaynak:Haber Merkezi
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.