Konya’nın kalbinde, tarihin ve tasavvufun izleriyle örülü bir yapı yükseliyor: Mevlana Müzesi. Her adımıyla gönüllere dokunan bu kutsal mekân, Anadolu Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad’ın Mevlana’nın babası Sultanü’l-Ulema Bahaeddin Veled’e bahşettiği bahçede hayat buldu. Yüzyıllar boyunca bir dergâh olarak hizmet veren bu kutsal alan, Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle 1926 yılında müzeye dönüştürülerek halkın ziyaretine açıldı.

Müzenin en dikkat çeken mimari öğesi şüphesiz Kubbe-i Hadra, yani halk arasındaki adıyla Yeşil Kubbe. Dört sağlam ayak üzerine inşa edilen bu zümrüt kubbe, sadece göze değil, ruha da hitap ediyor. Üzerini süsleyen kufi yazılar, motifler ve Ayet-el Kürsi, Mevlana’nın ilmi mirasını yansıtırken, kubbenin altında yatan anlam katmanlarını daha da derinleştiriyor.

Mevlana Müzesi yalnızca bir mimari yapı değil; aynı zamanda sevginin, hoşgörünün ve insanlığın ortak dili olan Mevlana felsefesinin canlı tutulduğu bir merkez. Mevlana’nın sandukası, ölümünden beş yıl sonra yazılmış bir Mesnevi nüshası ve göz kamaştıran Pûşide (tabut örtüsü), müzenin başlıca hazineleri arasında yer alıyor.

Her yıl binlerce insanın Şeb-i Arûs töreni için ziyaret ettiği bu kutsal alan, içindeki tarihi çeşmesiyle de ziyaretçilere geçmişin dinginliğini sunuyor. Mevlana’nın “Gel, ne olursan ol yine gel” çağrısı, burada yankılanmaya devam ediyor.

Konya’yı anlamak Mevlana’yı hissetmekten geçer. Ve Mevlana’yı hissetmek için yapılacak ilk durak da, Yeşil Kubbe’nin gölgesinde zamanın durduğu bu müzedir.