Unutulmuş bir Âlimin izinde: Akşehirli Sadi Çelebi'nin esrarengiz ilmi yolculuğu
Kanûnî'nin şehzadesine hocalık etmiş, sahn müderrisliğine yükselmiş, hem âlim hem mutasavvıf bir şahsiyet… Peki Akşehirli Sadi Çelebi’nin İstanbul’da bir mektep inşa ettirecek kadar etkili biri olduğunu biliyor muydunuz?
16. yüzyıl Osmanlı ilim ve tasavvuf dünyasında iz bırakan Akşehirli Sadi Çelebi'nin hayatı, müderrisliği, manevî yönü ve arkasında bıraktığı izler... Kanûnî Sultan Süleyman’ın sarayına uzanan bir hikâye!
İlmin, Zühdün ve Sırrın Yolcusu: Akşehirli Sadi Çelebi
Tarihin tozlu sayfalarında gizli kalmış ama ilminin ışığıyla devrini aydınlatmış bir isim: Sadi Çelebi… Akşehir’de doğan bu fâzıl insan, yalnızca medrese kürsülerinde değil, saray koridorlarında da yankı bulan bir ilim ve hikmet yolcusuydu.
Babası, Halvetî tarikatının önemli isimlerinden Şeyh Tac Ahmet’ti. Aile kökenlerinin Hz. Abbas’a uzandığı rivayet edilir ki bu da onun hem maddî hem manevî bir soy zenginliğiyle yetiştiğine işaret eder. İlk ilim tohumlarını memleketi Akşehir’de eken Sadi Çelebi, devrinin iki büyük ismiyle eğitimini taçlandırdı: Mevlâna Muhyiddin Çelebi ve Kanûnî’nin hocası Hayreddin Efendi.

Saraydan Medreseye: Şehzadeye Hocalık Eden Âlim
İlmi donanımı onu Osmanlı ilim dünyasında parlatırken yolu Dimetoka, Filibe ve İstanbul gibi merkezlerdeki medreselere düştü. Derken Kanûnî Sultan Süleyman’ın çok sevdiği şehzadesi Mehmet Han’a hoca tayin edildi. Devletin en kıymetli varisine eğitim verecek kadar güvenilen biri olması, onun ilmi kudretinin sessiz ama derin bir kanıtıdır.
Ne var ki, genç şehzadenin beklenmedik vefatı Sadi Çelebi’nin hayatını başka bir yöne sürükledi. Amasya Müftülüğüne, oradan Bursa’daki Muradiye Medresesi müderrisliğine atandı. Ardından Osmanlı ilim dünyasının zirvesi kabul edilen sahn müderrisliğine terfi etti. Onun talebeleri sadece ilim değil, ahlâk ve takva yönüyle de yetişmişti.

Tasavvufla Yoğrulmuş Bir İlmi Kimlik
Şekâyık-ı Numâniye'de şu sözlerle tarif edilir:
“Müdakkik, sahibü’l akide, sahibü’l ahlâk-ı hamide, iffete ve diyanete, zühd ve salâha mâil bir fâzıl idi.”
Yani o, sadece bilen değil; yaşayan, anlatan değil; örnek olandı. Sofî meşrep bir duruşla zühd ve takvayı da ilminin ayrılmaz parçası haline getirmişti.
İstanbul’da İnşa Edilen Bir Mektebin Sessiz Mimarı
İstanbul’da bir mektep inşa ettirmesi, onun sadece talebe yetiştirmekle kalmadığını, geleceğe köklü bir ilim mirası bırakma gayretini de gösteriyor. Bu mektebin akıbeti bilinmese de, onun ismini taşıyan her talebe, ilmin bayrağını sonraki nesillere taşımaya devam etti.
1550’de Veda, Ama Sükûtla Değil İz Bırakarak…
Sadi Çelebi, 957/1550 yılında, Bursa Muradiye Medresesi’nde görevdeyken vefat etti. Ardında yazılı bir eser değil belki, ama yaşattığı ilim halkaları, saraya uzanan öğretmenlik hikâyesi ve İstanbul’da yükselttiği mektebiyle silinmesi zor bir iz bıraktı.
Kaynak:Haber Merkezi (konyaimza.com)

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.