Konya'da “Değişen dünyada dönüşen çalışan olmak” çalıştayı düzenlendi

Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay: “İşverenin malını kendi malımız gibi korumak durumundayız, işveren kazanıyorsa bize versin, kazanmıyorsa canını alacak halimiz yok”

Şeker - İş Sendikası tarafından Konya’da düzenlenen “Değişen dünyada dönüşen çalışan olmak” çalıştayında konuşan Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay, “İşverenin malını kendi malımız gibi korumak durumundayız, işveren kazanıyorsa bize versin, kazanmıyorsa canını alacak halimiz yok” diye konuştu.

Şeker İş Sendikası tarafından Konya'da “Değişen dünyada dönüşen çalışan olmak” konulu çalıştay gerçekleştirildi.

Konya Dedeman Otelde Gün boyu süren çalıştayda Sendikal mücadelenin toplumun kültürel, sosyal, çevresel ve ekonomik yapısına yaptığı katkılar doğrultusunda değişen dünyada çalışanların bugününü ve geleceğini etkileyen, Türkiye’de Sendikasızlaştırma Sorunu, İklim Değişikliğinin Türk Çalışma Hayatına Etkisi, 4857 sayılı İş Kanunu değişen Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılıyor mu?, Ücret-Enflasyon İlişkisi Üzerine Değerlendirme, Sürdürülebilir Tarım-Gıda Sektöründeki Çalışanlar için Adil Geçişin Güvence Altına Alınması konuları ele alındı.

Uzmanlar, akademisyenler, hukukçular, sektör paydaşları, çalışanlar, üreticiler, sivil toplum kuruluşları temsilcileri ve yerel medya temsilcilerinin katılımlarıyla değerlendirildiği ve kalıcı çözüm önerilerinin masaya yatırıldığı “Değişen Dünyada Dönüşen Çalışan Olmak” temalı çalıştayda; Türkiye Gıda ve Şeker Sanayi İşçileri Sendikası Genel Başkanı İsa Gök, Konya Ticaret Odası (KTO) Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Öztürk, Avrupa Gıda, Tarım ve Turizm İşçileri Sendikaları Federasyonu (EFFAT) Genel Sekreteri Kristjan Bragason, TÜRK-İŞ Genel Başkanı Ergün Atalay, TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı, AK Parti Ankara Milletvekili, Önceki dönem Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Prof. Dr. Vedat Bilgin protokol konuşması yaptı.

Çalıştayda konuşmacı olarak, Prof. Dr. Aydın Başbuğ, Avukat Gökhan Candoğan, Prof. Dr. Haluk Hadi Sümer, Prof. Dr. Selahattin Togay bulundu.

"Aynı yerde olmak lazım, sebebi ise ülkenin çıkarları"

Çalıştayda konuşan Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay, “Rahmetli Şevket Yılmaz Türk-İş Sendikasının Genel Başkanının bir sözü vardı bana 20 sene önce. O tezgahı sen bırakacaksın, oğlun alacak, oğlun bırakacak, torunun olacak. İşveren tezgahları benim tezgahım, benim işim. Gece tezgahı silip çıkıyor, sabah bismillah diye tezgaha geliyoruz. Bu ülkede bizim dışımızda da sendikalar var. Birinde 200 bin üye var, diğerinde 600 bin üye var. Diyorlar ki, belediyenin sendikası olmaz, patronun sendikası olmaz, hükümetin sendikası olmaz, sendika kimin olur, işçinin olur, memurun olur, bu ülkenin olur. 2023 yılındayız, patron işçiye diyor ki sana bin 250 lira sendika para verecek ilave olarak, şu X sendikasına geç. İşçiler ne yapsın, zaten aldığım para 12 bin lira, bin lira daha aldım diye o da oraya geçiyor. Sonra 3 gün sonra başına geleceği bilmiyor. İşverenin malını kendi malımız gibi korumak durumundayız, işveren kazanıyorsa bize versin, kazanmıyorsa canını alacak halimiz yok. Canı sağ olsun. Hatta maaşlarını biz verelim, onu yaptığımız zamanlar var. Sözleşmeye uymadığımız zamanlar var ama işveren işçiyi aşağılamasın, işveren sendikayı itibarsızlaştırmasın. Aynı yerde olmak lazım, sebebi ise ülkenin çıkarları” dedi.


“Türkiye'de işçilerin örgütlenmesinin önündeki engellerin mutlaka kaldırılması lazım”
Demokrasinin olmadığı yerde işçi hakkının ezileceğine dikkat çeken Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Vedat Bilgin, dünyanın yeni bir çalışma ilişkisi, yeni bir çalışma biçimi, onun sosyal güvencesini de takip eden yeni bir çalışma ilişkisine ihtiyacı olduğunu söyledi. Bilgin, demokrasilerde işçilerin örgütlü olması gerektiğini belirterek, "İşçiyi ancak demokrasinin olmadığı yerde örgütsüz halde tutarsınız. Demokrasinin olmadığı yerde işçiyi ezersiniz. Onun için Türkiye'de işçilerin örgütlenmesinin önündeki engeller mutlaka kaldırılması lazım. Bu konuda biz bazı adımlar attık. Bir ülkenin emekçileri mutlu değilse orada üretim de sorunludur. Üretimin psikolojik dinamiği işlerin mutluluğudur. Emekçilerin üretilen milli gelirden adil bir pay aldığı bir Türkiye, önü açıktır, kalkınmasını sağlıklı bir şekilde sürdürecek olan bir Türkiye'dir. Demokrasi içerisinde Türkiye'nin bunları başaracağına, yaklaşık 260 milyar dolar ihracat yapabilecek bir üretimi gerçekleştiren Türkiye'nin bunları başaracağına inanıyorum. Türkiye emekçilerinin emeğiyle, çiftçilerinin alın teriyle büyüyen bir ülkedir. Türkiye büyük bir ülkedir ve büyük Türkiye'yi bizler demokrasi içerisinde geleceğe taşıyacağız” ifadelerini kullandı.

Şeker İş Sendikası Genel Başkanı İsa Gök açılış konuşmasında şu ifadelere yer verdi.

Başkan İsa Gök, Çalıştayımızı renklendirdiğiniz, onurlandırdığınız için şükranlarımı sunuyor, toplantımızın Anadolu'nun en eski yerleşim yerlerinden birisi olan Mevlana Diyarı Konya ilimizde ikamet eden, tüm işçilerimiz, işverenlerimiz, sivil toplum kuruluşlarımız ve tüm çalışma hayatı için hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Öncelikle, sözlerimin hemen başında Gazze’de süren ızdırap verici, tüm insanlığın vicdanını parçalayan, yaşanan insanlık dışı vahşeti en şiddetli biçimde kınıyor, lanetliyorum.

Ayrıca 24 Kasım Öğretmenler Günü vesilesiyle de, saygıdeğer olduğu kadar mesuliyeti de oldukça ağır olan öğretmenlik mesleğine ömrünü adayan, bütün öğretmenlerimize en kalbi şükranlarımı sunuyorum.

Görevi esnasında şehit olmuş öğretmenlerimiz başta olmak üzere ahirete irtihal eden öğretmenlerimizi rahmet ve minnetle anıyor, tüm öğretmenlerimize sağlıklı, hayırlı, uzun ömürler diliyorum.

Değerli Katılımcılar, “Zaman, Doğru Şeyi Yapmak İçin Hep Doğru Zamandır” sözünün güçlü sesine kulak vermemiz gereken bir dönemdeyiz. Geleceği gerçeklerle şekillendiren bir hikâye anlatmanın tam zamanıdır. Karşımızda belki de insanlık tarihinin en büyük meydan okuması olan iklim krizi var.

Şüphesiz çağımızın en büyük problemi ve çok sayıda tetikleyici unsur, bu krizi günden güne derinleştiriyor; fazlasıyla gündemde tutuyor. Dolayısıyla bir varlık yokluk meselesi haline gelen iklim kriziyle mücadeleyi, aynı zamanda bir insan hakları, demokrasi, katılımcılık ve şeffaflık mücadelesi olarak görmemiz gerekiyor. Bu mücadeleleri birbiriyle bağlamayı başarabilmeliyiz. Aksi halde ne Türkiye’de ne de dünyada bize huzur yok. Demokrasisiz iklim mücadelesi gerçekten mayasız ekmeğe, zahmet etmeden rahmeti beklemeye benziyor. Aslında iklim değişikliği, karbon ayak izi, yeşil mutabakat gibi literatürümüze yeni giren kavramları daha yeni yeni anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyoruz. Çözüm için her bir unsura dokunmak ve değişim için her bir bireyin dâhil olduğu kolektif bir çaba gerekiyor. Bu sebeple bizler, yaşadığımız gelişmeler ışığında “özellikle çalışma hayatımızı” ileriki yıllarda olumsuz etkilemesi muhtemel bir takım sorunları değerlendirmek için buradayız. Ve yeni çıkış yolları bulmak üzere bu çalıştayı konunun uzmanları ile yapma gereği duyduk.

Şüphesiz yenidünya düzeni denilen yaşam tarzında, isteyin ya da istemeyin, karmaşık, birbiriyle iç içe geçmiş meseleleri eski düşünme sistemi ve iş yapma biçimleriyle çözmemiz artık mümkün görünmemektedir. Dünyanın karşı karşıya kaldığı sosyal, ekonomik ve çevresel sorunlar, tüm sektör işletmelerinin performanslarını da doğrudan etkiler hale gelmektedir. Bu sebeple bizlerin, “top hep benim ayağımda olsun” diyen değil, tüm sektörlerde daha fazla sürdürülebilirliğe ve çözüm odaklı liderlere ihtiyacımız bulunmaktadır. Ünlü mucit Edison’u hepiniz bilirsiniz. Yüz yıl önce yaşadığı tecrübe, bugünlerimize uzanan bir ders niteliği taşır. 67 yaşındayken yaşamını vakfettiği, tüm çalışmalarını içeren atölyesi yanar. Edison, oğluna “Anneni çağır, o da bizimle beraber yangını izlesin” der. Ardından sabah, tüm ailesi ile bir araya gelir ve bir yandan kahvaltı edip diğer yandan şöyle söyler: “Şu anda bütün hatalarımız yanmış durumda.” Edison, ilerlemiş yaşına rağmen azminden hiçbir şey kaybetmez ve yangından üç hafta kadar sonra ses kayıt sisteminin temelini oluşturan “fonograf” cihazını icat eder.” dedi.

Başkan İsa Gök, “Gözlerimiz gerçeklere kör, sağır ve mühürlü olmamalıdır. Bizler, gerçekleri imalat hatası olarak gören değil, artık onlardan ders çıkartan bir düşünce yapısına doğru evrilmeliyiz.

Yerel ve bölgesel aktörler ile işbirliği, özellikle yerele özgü kırılganlıkların yöneltilmesinde kritik bir yer tutmaktadır.

Bu durum, yukarıdan-aşağıya bir yaklaşımla Valilik, il özel idareleri, belediyelere bağlı idareler, mahalli idare birlikleri, kalkınma ajansları, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve meslek odalarına kadar tüm kurumları yakinen ilgilendirmektedir.

İklim değişikliğinin çalışma hayatını artan şekilde etkilemesi nedeniyle, çevresel hakları dışlayan bir insan hakları mücadelesi ve söyleminin derdimize deva olması mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle çevresel haklardan feragat etmek de mümkün değildir.

Gıdaya erişemeyen, kuraklıkla sınanan, bir afetin yarasını saramadan yeni afetlere maruz kalan ve iklim değişikliği sebebiyle yerinden, yurdundan olan milyonlarca insan var.

Ve bu insanların adil bir dünya ve hakkaniyetli bir yaşam taleplerinin korku, tehdit veya sindirme politikalarıyla son bulacağını düşünmek hiç de gerçekçi değildir.

Artık dünyada tüm yaşam alanlarımızda iyiliğin kötülüğe galip geldiği bir iklimi oluşturmak zorunluluğu vardır.” İfadelerini kullandı.

Özellikle şeker sektörüne döndüğümüzde, beyaz adil değişimin olması gerekliliğini buradan vurgulamak isterim diyen Başkan Gök, “Beyaz adil değişim, ekonomik ve toplumsal adaleti gözeten şeker sektöründe yaşanan çoklu krizler için anahtar politikadır. Dünden bugüne Şeker-İş Sendikası, başta özelleştirme ve yapay tatlandırıcılarla mücadele olmak üzere şeker sanayiyi dolayısıyla ülkemizi sosyal, ekonomik, çevresel, toplumsal, insan sağlığı bakımından etkileyen tüm konuları ajandasının en üst sıralarına yazmıştır.Hatta özelleştirme ve diğer tüm konularda, Türk şekerinin sadece bugünüyle ilgilenmemiştir. Sektörün geleceği için mağduriyet ve tüm haksız uygulamaların karşısında durmuştur.

İşte bugün de yeşil iklim kuşağıyla coğrafyası ve eşsiz iklimi ve her şeyden önemlisi insan potansiyeli ile şeker üretiminin sürdürülebilirliğinin sağlanmasında ekonomik kaynakların korunması için çalışılmaktadır. Bu durum özellikle pancar ekimi yapılan bölgelerde ilave ek tedbirlerle üreticinin desteklenmesini ana eksenine alan değişimi başlatan bir süreçtir.

Devlette süreklilik esası, insanı yaşatmayla bağlantılıdır. Bu manada Şeyh Edebali’nin asırlar önce söylediği gibi “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” kaidesi ve emeğin en yüce değer olduğu gerçeği idraki ile bir sonraki sahnenin arkasındaki anlamı kavramamız gerekmektedir.

İnsanın olmadığı, insan hayatının, yılsonu bilançolarındaki artı bakiyelerden daha değersiz olduğu bir dünyada, bütün değerler anlamını yitirmektedir.Türk edebiyatının usta ismi Cenap Şahabettin’in dediği gibi "En çok bolluk getiren yağmur, alın teridir..."

Türkiye’de çalışan kesim son yıllarda özellikle de işçilerin insanca yaşamanın öncü niteliğindeki sendikalılık kavramı bir takım zorlamalarla adeta sendikasızlaştırma vebasına yakalanmış durumdadır.

Konu hak arama mücadelesi olduğunda sarı ve kırmızı kartın ısrarla çalışan kesime gösterildiği, biraz direnildiğinde topun hep taca atıldığı bir sistem gerçeği var önümüzde..

Ve bu sistemin artık dezenfektan odasından geçmesinin zamanı gelmiştir. Oturup yedek kulübesinden izler gibi sorunların çözümünü bekleyen taraf olma anlayışı mutlaka terkedilmelidir.

Öte yandan bugünün değişen dünyasında insan odaklı, iş yaşam dengesi odaklı bir çalışma sistemi hâkimdir. Teknoloji ve yeni gelişmelerle “tükenmeye yüz tutmuş kaynakların, zamanın, çalışan refahının, verimliliğin” çok daha değerli hale geldiğini hepimiz görüyoruz. Dahası tüm bunlara aynı anda dokunan önemli bir konu var ki, o da iş hayatımızın temel unsuru çalışma saatleridir.

Değişen dünyamızda artık, 8-6 mesaisinin geride kaldığı bir dönemden geçiyoruz. ABD, İngiltere, İspanya, İrlanda ve daha birçok ülkede yapılan pilot uygulamalarda haftada 5 gün mesai anlayışı terkedilmeye devam ediyor. Mevcut ücretsel haklar korunarak benimsenen 4 günlük çalışma sisteminde; üretkenliğin, moralin ve ekip kültürünün geliştirildiği, dahası yapılan araştırmalarla haftada 4 gün çalışan şirketlerin yüzde 49'unda verimliliğin arttığı, yüzde 46'sında 4 gün çalışmanın hiçbir kayıp yaratmadığı ortaya konmuş durumda..

Yapılan birçok bilimsel sonuçta; kaynakların daha rantabl kullanıldığı, insan kaynağının boş yere heba edilmediği, aile ve sosyal yapı da fayda sağlandığı görülüyor. Bunlarla birlikte üretimde birim verimlilikte artış kaydedildiğini gördüğümüzde, ülkemizde ne kadar sığ bir alana sıkıştığımızı tekrar fark ediyoruz.

Bizim insanımız, çalışanımız, işverenimiz neden çağın gerisinde kalarak bu çağın getirilerinden yararlanamasın ya da çalışma hayatımızın geleceğine refah getirecek katkıyı sunamasın?

Sözün özü bu soru karşısında, tüm bu bilimsel gerçeklikten de hareketle insan odaklı, rasyonel üretim yapısını baz alan 4 günlük çalışma sisteminin ülkemizde de yerleşmesini sağlamamız gerekiyor.

Çalışan-işveren hep birlikte, çalışma hayatımızın alışa gelmiş, çağın gerisinde kalmış unsurlarını terk ederek, bugünün değişen dünyasında ezici bir başarı elde etmek zorundayız.

Buradan değerli işverenlerimize seslenmek istiyorum: Asıl olan, kıymetli olan, hepimizin “ortak bir gelecekte” buluşmasıdır.

İşyerlerinde insana yakışır çalışma koşullarını, örgütlenmenin gücünü hazine niteliğinde görenleriniz elbette var, fakat diğer yanda da örgütlenmeyi bir barikat, engel olarak gören büyük bir kesim, uzak durmak için her yolu mubah gören bir anlayış da var.

Artık örgütlenme sorununa, deri altının son yağ tabakaları da eriyip iskelete dönüşmeden, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın öncülüğünde işveren ve sendikalar arasında ortak bir konsensüs sağlanarak bir an önce kalıcı çözümler getirilmelidir.

Elbette kaybedilen kaybedilmiştir, nesli tükenenler geri gelmeyecektir. Ancak, zorluklara ne kadar saplanmış olursak olalım mücadelelerde her zaman bir umut kapısı vardır. Son sözle; Artık kızılı da, yeşili de, siyahı da birleştiren konuşmalara, fikirlere ihtiyaç var. Farklılıkları kazanç olarak gören bir anlayışa ihtiyaç var.

Bu duygu ve düşüncelerle, sizlerin değerli katkılarıyla gerçekleşecek “Değişen Dünya, Dönüşen Çalışan” çalıştayımızın ülkemiz çalışma hayatının bugününe ve yarınına hayırlar getirmesini diliyor; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.”

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Dünya Haberleri