Şehir merkezine sadece 10 kilometre uzaklıkta, Takkeli Dağ’ın (diğer adıyla Gevele) doruklarında yükselen bu kadim kale, binlerce yıllık sırlarıyla tarih meraklılarının ilgisini çekiyor. Antik kaynaklarda "Caballa" adıyla anılan dağ, Anadolu'nun Türkler tarafından fethinden sonra "Kevele" adını alarak zamanla “Gevele”ye evrilmiş. İki ayrı zirveden oluşan bölge; Büyük Gevele (1710 m) ve Küçük Gevele (1670 m) dağlarıyla hem doğal hem de tarihî açıdan olağanüstü bir alan sunuyor.
Gevele Kalesi, Helenistik dönemden Bizans’a, Selçuklular’dan Osmanlı’ya uzanan geniş bir zaman diliminde önemli bir savunma ve yerleşim noktası oldu. Saray, hamam, mescit, av köşkü gibi bölümleriyle sadece bir kale değil, aynı zamanda bir saray yerleşkesiydi. Aziz Philip Tepesi olarak da anılan bu kutsal bölge, Sille ile tarihî bir manastır yolu ile bağlıydı ve yüzyıllar boyunca hem dinî hem stratejik önem taşıdı.
Ancak kalenin en gizemli yanı, eteklerinde kayalara oyulmuş mezarlar ve yer altı tünelleriyle dolu oluşu. Bu tünellerin nerelere ulaştığı hâlâ tam olarak bilinmiyor. 1467 yılında Gedik Ahmet Paşa tarafından yıktırılan kale, o dönemden sonra adeta zamana terk edildi. Ta ki 2012 yılına kadar...
Selçuklu Belediyesi ve Necmettin Erbakan Üniversitesi tarafından başlatılan kazı çalışmaları, kale içindeki birçok bilinmeyeni açığa çıkardı. Özellikle sarnıçlar, değirmen, tapınak ve cephanelik kalıntıları; buranın yalnızca bir askerî üs değil, aynı zamanda karmaşık bir yaşam alanı olduğunu gösteriyor. Kazılarda çıkan sır ve sırsız seramikler, metal objeler, gülleler ve küçük ev eşyaları bölgenin çok kültürlü yapısına da ışık tutuyor.
Restorasyon çalışmaları tamamlandığında, Gevele Kalesi’nin Konya siluetindeki yeri yeniden belirginleşecek. Seyir terasları, yürüyüş yolları ve çevre düzenlemeleriyle bu eşsiz mekân, turizmin yeni gözdesi olmaya aday.
Belki de Gevele’nin derinliklerinde hâlâ keşfedilmeyi bekleyen, tarih kitaplarına geçmemiş bir sır yatıyordur…