ACI HAYAT

Ahmet TURAN

Konya yine çok yoğun günleri yaşadı.

Selçuk Üniversitesi’nin 2026 Akademik Yılı açılışı töreni yapıldı. Konya Sanayi Odasınca, Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığının desteğiyle düzenlenen 8. Konya Savunma Sanayi Tedarikçi Buluşmaları, TÜYAP Konya Fuar Merkezi'nde kapılarını ziyaretçilere açtı. Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Savunma Sanayi Başkanı Prof. Dr. Haluk Görgün Konya’nın misafirleriydi.

Bu programlarda yapılan konuşmalardan aldığımız mesajları sizinle paylaşacağım. Ama bir dostumun alıntı olarak belirtip gönderdiği şu hikaye beni çok etkiledi.

Çünkü hayat burada şekilleniyor. Gerisi sanki teferruat

Günümüzde bu vefasızlığı yaşayan öyle çok baba var ki; onun için önce bu hikayeyi paylaşmak istedim.

Baba, sabah namazından sonra yavaşça hazırlandı. Ceketi eskiydi ama temiz;

Elinde torunlarına lokum, bir de ev yapımı pekmez.

“Bir uğrayayım…” dedi kendi kendine. “Torunların saçını okşayayım, gözlerine bakayım.

Gülüşleri evime bayram olur.”

Sitenin kapısına geldi. Güvenlik kimlik istedi, içeri haber verdi.

Baba hafifçe boynunu büktü. Evlat evi kapısı kapı oldu yine…

Asansörle yukarı çıktı. Gelin kapıyı açtı — şık, bakımlı, telaşlı.

Baba keşke haber verseydin… Ev dağılmasın şimdi.

Baba gülümsedi:

Dağılmaz kızım. Biz iz bırakmadan severiz.

Torunlar sarıldı.

Baba avuçlarına gizli lokum koydu.

Hemen uyarıldı: Şeker yok baba, biz temiz besleniyoruz.

Baba bozulmadı, sadece lokumu cebine geri koydu.

Hep yaptığı gibi susarak sabretti. Koltuk kenarına oturdu, tam yaslanmadı.

Masaya dokunurken parmaklarını bile hafifçe bıraktı.

Her yer pırıl pırıl…Ama bir sıcaklık eksikti.

Torunlar masal istedi, anlattı.

Çocukların kirpikleri ağırlaşınca baba bir an dünyayı unuttu.

“İyi ki geldim,” dedi içinden.

Derken gelin kızı saate baktı: Baba, misafirler geliyor. Biz hazırlanacağız.

Sen istersen yavaş yavaş…

Baba ayağa kalktı.

Ceketinin düğmelerini ilikledi. Yoluna doğru yürüdü…Eşiğe geldi.

Durdu.

Sabır bitti, söz zamanı geldi. Döndü, gelin kızının gözlerine baktı:

Kızım… Bizim ev küçük olabilir, ama oraya gelen aç girmez, kırık çıkmaz, gönlü daralmazdı.

Kapım kilit bilmezdi. Çaya haber verilmezdi. Varsa paylaşılırdı, yoksa helâlleşilirdi.

Kız sustu.

Onun susması bile gösterişliydi sanki.

Baba devam etti:

Şimdi evin büyük, ama gönlün odam kadar daralmış gibi. Sofran çeşitli, ama sohbetin eksik.

Kapın güvenlikle açılıyor, ama iç huzurun kapalı. Sonra yavaşça ellerini arkasında bağladı.

Derin bir nefes aldı.

Ve Ömer Hayyam’ın dörtlüğünü usulca söyledi:

“Ne mutlu adı sanı bilinmeyene;

İpeklere, kürklere bürünmeyene.

Anka gibi iki dünyadan da geçip

Bu viranede baykuşa dönmeyene.”

Gözleri hafif doldu, sesi titremedi:

Kapıdan çıkarken torun cama koştu, el salladı. Baba, gözyaşını saklamak için başını önüne eğdi.

Ve giderken Nazım’ın sözünü mırıldandı:

“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine…”

Sonra kendi ekledi: Hür yaşadım kızım…

Ama evlat kapısında misafir olmakmış en ağır tutsaklık.

Kapı kapandı.

Evin içi hâlâ parlaktı, ama artık soğuktu.

Baba eski evine döndü. Ağır ağır merdivenlerden kendi evine çıkarken iyi ki emekli maaşım var iyi ki muhtaç değilim dedi.

Telefon titredi. Oğlu arıyordu.

Baba açtı, sesi hâlâ torunun sıcaklığıyla yumuşaktı:

Efendim oğlum?

Oğlunun sesi sert değildi ama mesafeliydi, birinin kulağına fısıldadığı cümleler gibi:

Baba… iyi olmamış Gelin üzülmüş. Yüzü düşmüş.

“Herkesin yanında ders verir gibi konuştu” diyor. Lütfen… bizim evde öyle konuşma.

Ev bizim düzenimiz biliyorsun. Kimseyi kırmak istemeyiz.

Baba durdu.

Sokağın serin sabahı, bir an nefes gibi yüzüne vurdu.

Dizinin bağı çözüldü sanki.

Yavaşça konuştu:

Öyle mi demiş?… Peki oğlum. Siz kırılmayın yeter. Ben gelmem artık öyle ansızın.

Merak etmeyin… Biz uzaktan severiz zaten.

Telefon kapandı.

Baba başını kaldırdı, gökyüzüne baktı. Gözleri dolmadı…Sadece içinden bir cümle geçti; kimse duymadı, rüzgâr bile taşıyamadı:

“Meğer ev büyüdükçe yürek küçülürmüş…”

Sonra bastonuna değil, yılların emeğine dayanmış bir adam gibi yürüdü. Çünkü o biliyordu artık:

En ağır kapı… evlat kapısıymış. Ve o an sadece içinden geçti, dudakları kıpırdadı:

“Allah kimseyi kimseye muhtaç etmesin…”

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.