Ormanı yakmak, insanı yakmaktır. Ormanı yakan, içindeki tüm canlıları da yakar. Vatanı, halkı, doğayı yok eder. Daha fazla canın yanmaması için en son teknolojiye sahip olmamız gerekiyor. Yangına erken müdahale ve etkin söndürme sistemlerine sahip olmalıyız. "Yaş kesen, baş keser." Baş kesme ile yakma aynı değil mi?
Gevşek tükürük, sakala zarar verir. Bilimsel ve etkili bir söndürme sistemi olmazsa bu felaketin sonu kuraklığa varır. Ciğerlerimiz ve canlılar yanarken seyirci kalmamalıyız.
Orman yanarken sadece ağaçlar değil; canlılar, doğa ve geleceğimiz de yanıyor. Vatanını seven, orman yakmaz; tam tersine ormanı korur. İnsani duygular taşıyan herkes, temiz bir çevrede yaşamak ister. Göz alabildiğine uzanan yeşil ormanlar, kuş sesleriyle esen rüzgârlar herkesin hayalidir. Böyle bir hayali olan, orman yakar mı? Aksine, ormanları korur ve geliştirmeye çalışır.
İnsan isterse yeşil bir çevre yaratabilir. Bu, yürekten istemekle başlar. Herkes barışı isterse savaş olur mu? Elbette herkesin aynı düşünmesi beklenemez, ama barışta, iyilikte ve doğrulukta birleşebiliriz.
Adımlarımızı iyilikle atalım. Daha iyisini hayal ederek çalışmalı, emek vermeliyiz.
İnsani duygular taşıyan herkes, iyi koşullarda yaşamak ister. Samimi olarak istersek bu bir gün gerçeğe dönüşür. Barışa inanırsak, savaşlar son bulur. Aynı düşünmesek de ortak değerlerde buluşabiliriz.
İyilik düşünerek güne başlayalım. Gerçek insan, bütün canlıların doğal ortamda özgürce yaşamasına zarar vermez. Ağaçlarda kuşlar cıvıl cıvıl öter, bütün canlılar huzur içinde yaşar. Doğanın ekolojik dengesini korumak, tüm canlıların yararınadır.
Yurdumuzun birçok ili, ilçeyi, kasabayı ve köyünü dolaştım. Özellikle orman yangını yaşanan bölgeleri gezdim. Ağaç, insandan daha dirençlidir. Dalsız kalsa da ayakta kalmaya çalışır. Yeşilini korumaya çalışan insanlar da vardır. Kısaca, insan eli doğru şekilde değerse ormanlar yeniden yaşamla buluşur; yeşile bürünür, içinde hayat yeşerir.
Bu ülke, emperyalistlerin çekip gideceği bir ülke değildir. Tarih boyunca gözleri hep üzerimizde olmuştur. 12 Eylül öncesi kardeş, kardeşe düşman edilmiştir. Vatanına ve milletine faydalı olacak gençler ya öldürülmüş ya da hapis yatmıştır. Aydın beyinler, yurtdışına kaçmak zorunda kalmıştır.
Okullar ya boykotla ya da işgallerle bölünmüştür. Sol ve sağ çatışmaları nedeniyle karşıt görüşteki öğrenciler okula gidememiştir. Hatay’dan Ankara’ya okumaya gelen Zeydan Öncü da bunlardan biridir. Kardeşlerinin desteğiyle Almanya’da üniversiteye başladı.
1979 yılında Almanya’ya yerleşti. Uçak ve uçuş mühendisliği eğitimi aldı. Mezuniyetinin ardından Airbus’ta çalışmaya başladı. 20 yıl sonra ayrıldı ve kendi işini kurdu. Başarısıyla yılın iş insanı seçildi.
Ancak esas başarı, dünyadaki VIP uçakların düzenlemesini yapan kişi olmasıdır. Bir Türk, dünyada havacılık alanında söz sahibi olmuşsa bununla gurur duymalıyız. Uçak yangın uçağına dönüştürülmek için aylarca beklememeli. Zeydan Öncü’nün tasarımıyla bu işlem çok kısa sürede yapılabiliyor. 20 ton su, 30 metre yükseklikten ormana bırakılabiliyor. Hem de bizden biri tarafından…
Bu uçaklar normalde 4 ton su taşıyabilirken, yeni tasarımla 8 dakikada 20 ton suyu boşaltabiliyor. Helikopterler ise yalnızca 5 ton suyu, uzun sürede bırakabiliyor. Uçaklar hem hızlı hem de dört kat daha verimli.
Kara taşıtları, uçaklarda koltuklar sökülüp yerine yük taşınıyor, iş bitince tekrar koltuklar monte ediliyor. Aynı sistem yangın söndürme uçaklarında da uygulanıyor. Çok kısa sürede yangın söndürmeye hazır hale getirilebiliyor.
Bilim ve teknolojiye yatırım yapan ülkeler, 25 yılda milli gelirlerini ikiye, üçe katladılar. Temel bilimlere önem vermeyenler ise yerinde saydı. Dünyada ilk 500’de üniversitemiz yok. Ama yüz tanımada imzası olanlar arasında bir Türk var. Peki soralım: Öncüsü kim? Nasreddin Hoca misali, “Un var, şeker var, yağ var… Peki neden helva yapmıyoruz?”
Türkiye, gücünü birleştirip artık helva yapma yoluna girmelidir.
Bilim heves işi değil; uzun araştırmalarla, emekle oluşur. Bir havuz oluşturulursa, ardından nehirler akar. Üniversite mezunu başarılı gençler, dünyada bilime kapı aralıyor. Seyirci kalanlar ise hep tribünde kalır, sahaya inemez; sadece taklit eder.
Helva yapabilecek malzeme varken, şekeri çiğ çiğ yemek boşunadır. Üreten kazanır, üretmeyen pahalıya almak zorunda kalır. Artık bize yakışanı yapma zaman gelmedi mi?