Nasrettin hoca merhuma;
“Hocam, her sabah insanlar neden hep aynı yöne değil de farklı yönlere giderler?” diye soranlara
“Dünyanın dengesi bozulmasın diye, eğer herkes aynı yöne giderse dünya o tarafa ağar” der.
Yaratılış gereği insanlar taraf olma, taraf tutma ihtiyacıyla doğarlar. Bu ihtiyaçlarını giderebilmek için hayatlarının her evresinde farklılıklarını öne çıkarırlar. Her alanda tavırlarına sirayet eden bu melekeler sayesinde tabiri caiz ise bu hassas denge oluşur.
Sanatta, siyasette, sporda, toplumda infial oluşturan her olayda, herkesin farklı bir okuyuşla farklı sonuç çıkarması ve tavır alması, bir tarafa yaslanma ihtiyacını giderirken, bir taraftan da o hassas dengeyi ayakta tutar. Çünkü hayatta her olgu zıddıyla kaimdir. İyilik kötülükle, güzellik çirkinlikle, sevgi nefretle, sertlik yumuşaklıkla, cesaret korkuyla ölçülür. Bütün olgular zıddının oranıyla değerlenir. Evet herkesin aynı yöne gitmesi tekdüze bir hayat olacağı gibi, insana özgü hasletlerin de değerini ölçmek mümkün olmayacaktır.
İyilik kadar kötülük olacak ki, iyiliğin değeri ortaya çıksın. Burada bize düşen kendimizin ve olduğumuz yerin farkına varmaktır. Farklılıklarımız aslında diğerlerinden üstünlük sebebimiz değil, mozaiğin farklı bir parçası olduğumuzu ve bizim rengimizin diğer renklere katkı yaptığını fark etmektir.
Herkesin farklı görmesi, farklı düşünmesi, farklı tepki vermesi hayata farklı gözle bakmasındandır. İnsanın belki de dünya hayatında ki en büyük başarısı, hayata hangi pencereden baktığını görebilmesi ve doğru yerde kalma mücadelesidir. Herkesten farklı olduğunu kavramış ve diğer insanlara farklılıklarını, baskı aracı olarak kullanmadan kabul ettirmesi ve herkesin kendisi gibi farklı olduğunu kabullenip, kendisine duyulmasını istediği saygıyı onlara da gösterebilmesidir.
“Hayata nefret mi, yoksa sevgi gözüyle mi baktığını merak eden, başkalarının iyi tarafını mı, yoksa kötü tarafını mı daha çok görüyor ona baksın! Çünkü göz, gönül neyi görmek isterse onu görmeye çalışır”
Evet herkes kendi gözü ve gönlüyle görür. Kimi ne sebepten seveceğine kişi sadece kendisi karar verir. Senin güzel dediğin başkası için hiçbir şey ifade etmeyebilir. Tıpkı senin için sevmediğin bir kişinin güzel hasletlerinin bir şey ifade etmediği gibi.
Mesela sanat kavramı insanın gönlüne hitap eder, ama herkesin zihninde farklı bir pencere açılır. Kimisi notaların tınısını duyar, nağmelerin eşsiz deryasında ruhunun sesini dinler. Kimisi renlerin ahengiyle sarmaş dolaş, kâğıda yansımasını görür. Kimisi kelimelerin büyülü dünyasında inci gibi şiirler dizer. Kimisi de hayatın en farklı enstantanelerini yakalar başkalarını hayatlarında, insana ve gönle dokunabilmek arzusuyla anlatır roman olur. Bu örnekleri daha da çoğaltmamız mümkündür.
Efendim sözün hülasası, insanımızı günbegün kendi içinde korkunç bir yalnızlığa sürüklenişine çare olmak yerine, her fırsatta bu yalnızlık kuyusuna itilmesinin sebebi, zannedersem artık hayata kendi gözümüzle değil de bize dayatılan gündem penceresinden bakmaya alışmamızdır. İnsana dair, insanlığa dair sözlerin, kuru gürültülere yenilmesi ve sesinin cılız kalmasıdır.
Herkesin bir gönlü var ve herkesin gönlü ne görmek istiyorsa gözleri toplumda onu arar. Bu hem senin için hem benim için geçerlidir. Kendi gönlüne bile kimi sevip sevmeyeceğine söz geçiremeyen insanın başkasının kimi seveceğine karar verme çabası, daha çok yalnızlaşacağının en açık göstergesidir.
Son günlerini yaşadığımız mübarek ramazan ayı, geçtiğimiz ay yaşadığımız doğal afet, bazı değerlerimiz, bayramlarımız ve acılarımız etrafında birleşebileceğimizi gördük. Bu da etrafımıza ördüğümüz bu yalnızlık duvarını, aslında çabucak yıkabileceğimizi gösterdi.
E, ne demişti Nasrettin Hoca “Herkes aynı yöne giderse, dünya o tarafa ağar”. Hal böyle olunca herkesin farklı gördüğü, farklı duyduğu, farklı hissettiği bir hayatta, farklı düşünmesi de oldukça doğaldır. Bu da gösteriyor ki, katılmasak da başkalarının düşüncesine saygılı olmak zorundayız. Bir anlamda, ne kadar saygı görmek istiyorsak, o kadar saygılı olmak zorundayız. Herkesi, olduğu yerde kabul etmeli ve onlardan daha önce bizim nerede durduğumuzu görmeli ve doğru yerde, doğrunun yanında olma zorunluluğumuz olduğunu hatırlamalıyız. Tuttuğumuz takımın, partinin vs. sadece bizim gönlümüze hitap ettiği gerçeğini unutmamalıyız.