O kadar hızlı yaşıyoruz ki, gündemin peşinden yetişmek adeta imkânsız hale geldi. Memleketimiz şu kısacık zaman diliminde o kadar çok aksiyon yaşadı ki, daha birkaç ay önce yaşadığımız depremi bile neredeyse unuttuk.
Millet olarak olağanüstü olaylar karşısında bütün farklılıklarımızı bir kenara bırakıp bütünleşebiliyoruz. Bunu yedisinden yetmişine, doğulusundan batılısına kadar müşahede ettik. Belki bir acının etrafında birleşmiştik ama neticede birleşebiliyorduk. Herkes elinden geleni yapabilmek için yoğun bir çaba ile etrafına ördüğü farklılık duvarını yıkmıştı.
Ardından gelen seçim süreci, partilerin aday belirlemeleri, ülkeyi yönetmek için kıyasıya bir yarışın startı verildi. Her ne kadar hala depremin yıkıntıları arasında olsak da siyaseti ayrıştırıcı bir faktör olarak tekrar önümüze koydular.
Bildiğimiz gibi bizim milletimizin birlik olması, birlikte olması yine bir yerlerin işine gelmiyor ki, daha dün enkazın altından kurtarılan bir kişinin ne dini ne dünya görüşü ne de siyasi tercihine bakmadan onun için hep birlikte sevinmiştik. Aynı kişi için ekmeğimizi bölüp paylaşmıştık. Onlarla birlikte üşümüştük, onlarla beraber enkazın altında can çekişmiştik. Ta ki gündemimizi değiştirip seçim atmosferine girene kadar.
Efendim her ne kadar bir bayrak yarışı gibi görülse de siyasi görüş, bizim toplumumuzu en çabuk ayrıştıran, ötekileştiren argümanların başındadır. Çünkü en sevdiğimiz birisinin kalbini kırmaktan bile asla beis görmeyiz.
Hafızamızı daima diri tutmakta zorlansak da bu hızlı gündem değişikliğine kapılmamak elde değil. Elbette ki hayatımızın tamamını üzüntü ve stres içinde geçiremeyiz, ama bu hızlı yaşam tarzının bizi aklıselimden uzaklaştırdığı gerçeğini göz ardı etmemiz gerekir.
Şunu söylersek abartı olmaz sanırım. Bu devrin en etkili ve prestijli mesleği toplum mühendisliğidir. Gündem belirlemek, değiştirmek, insanları belli yönlere sevk etmek, kavramların içini boşaltmak veya istediği gibi doldurmak gibi birçok yeteneğe sahipler. Öyle ki anlamların bile altını üstüne getirebiliyorlar. Dostumuzu düşman gibi, düşmanımızı ise kurtarıcı gösterebiliyorlar.
Bu inandırıcılığa prim verenler ise biziz. Değerlerimize, toplumumuzun hayat anlayışına, ahlakına sahip çıkamadığımız sürece, bu toplum mühendislerine malzeme olmaktan kurtulamayız. Daha birkaç ay önce yaşadığımız deprem gerçeği bile sanki hayal gibi oldu. Acılarımızı, kaygılarımızı, dertlerimizi başkalarının yorumuna teslim etmemeli, bizi bir arada tutabilecek bütün değerlere sahip çıkmalıyız.
Bu toplum mühendisliğinin en kuvvetli adaylarını başında, sosyal paylaşım platformları geliyor dersek yanılmayız sanırım. Haberleri, olayları kaynağından değil de bu mecralardan almakla kendimizi bu algı mühendislerine eline teslim etmiş oluyoruz. Sanal bir hayat ve bu sanal dünyayı gerçek dünyamıza empoze etmek gibi bir yanılgı, işi siyaha beyaz demeye kadar getirebiliyor.
Elbette ki var olan bu sanal hayatı yok sayamayız. Bize düşen bu algıya dayanan hayata temkinli yaklaşmak, haberi kaynağından almak, bize gösterilen hayatı değil de yaşamak istediğimiz hayatın arkasından gitmeye çalışmaktır.
Özellikle geçlerimizin çocuklarımızın önüne koyulan bu sanal dünyanın, bizim değerlerimize örfümüze ölümcül darbe vuracağını unutmamalıyız. Bu alanda gereken çalışmalar yapılmalı ve bizi yıkmak için kurgulanan bu mecranın bize uygun şekli kurulmalı veya bize göre uyarlanmalıdır. Çocuklarımıza en güzel örnek sanal kahramanlar değil de ebeveynler olarak bizleriz. Biz ne kadar özgün düşünebilir ve yaşayabilirsek, çocuklarımız da bizden gördüğü şekilde özgün düşünüp yaşayacaktır.
Her şeye rağmen ülkemizin yaşadığı bu seçimin hem devletimize hem milletimize hem de bizden maddi ve manevi yardım gören bütün mazlumlara hayırlı olmasını Cenabı Allah’tan diliyorum.