Bugün Konya’nın sokaklarında dolaştım, Kültür Parkın içindeki havuzun kenarında Hacıveyiszade Camiini karşıdan gören, gelecek misafirlerini bekleyen bir bankı gözüme kestirdim. Bilmiyorum o banka oturan kaçıncı kişiydim. Benden önce kaç yorgun insanın dinlediğini, herhalde o bank benden daha iyi bilirdi. Ama bunu o kadar önemsedim mi, elbette hayır.
Bir müddet dinlendim ve içimdeki dürtüye bir cevap vermem gerektiğine karar verdim. Evet, bana öyle şeyler söylüyordu ki, birisine kulak tıkasam diğerini duymazdan gelemiyordum. Kimsenin mahrem düşlerine dokunmadan, herkesin gönül dünyasına şöyle bir selam vereyim dedim.
Bu arada kendimden başkasına varamadım, bunu da ilave edeyim. Çünkü insanın bütün yolculukları kendisine çıkıyor, kendisinden başkasına varamıyor. Ama kısa bir süreliğine ötekileşebilir diyorum ve öyle yapmaya karar veriyorum.
Etrafımda o kadar çok insan vardı ki, hangisi olacağıma bir türlü karar veremedim. Öyle ki, her göz dünyaya başka bakıyordu. Her omuzun üstünde farklı bir baş, her başta farklı bakan gözler, benim bu hevesimin de tekerinin önüne taş koyuyordu.
Bir yanda gördüğü manzaranın içine sevdiğini koyabilmek için resim çekenler, bir yanda bisiklete binen ve akrobasi yapan gençler, bir yanda kütüphaneye girenler, çıkanlar. Kültür Parkın yanındaki otobüs durağına, otobüse yetişebilmek için koşuşturanlar…
Gerçekten, her omuzun üstünde bir baş vardı ve bu her baş bir dünya kadardı. Kendi dünyamı bile tam olarak keşfedemeyen ben, bir başkasının dünyasında ne bulacaktım, varın siz düşünün.
Her göz, kendi dünyasına açılan bir pencereydi. Oradan görülen dünya ise sadece o pencereden bakanlar içindi. Yığınla kafa ve bu kafalar kadar dünya… Herkes bu dünyalar arasında kendisini görebileceği bir başka dünya arıyorlardı. Aslında bu arama insanın kendisine hasretinin bir eseriydi.
Aslında şaşırmamak imkansızdı, ne kadar çok kendisini arayan vardı? Ve dünyada ne kadar çok kendisini kaybeden divane? Ve ben bu divaneler dünyasında, düşler görmeye çalışan şaşkın... Yoksa sadece ben miydim kendi içinde akıl arayan veya sadece ben miydim bu resmi gören bilmiyordum.
Yeşil çimler arasına serpiştirilmiş rengârenk güller, çiçekler… Gökyüzüne uzanan çınar ağaçların arasındaki havuzun içinde nazlı nazlı süzülen kuğular, Dede Bahçesindeki kafede sohbet edip çay içenler, birkaç nefeslik Konya manzarası… ... İşte bu manzara içine gülüşünün ne kadar yakıştığının farkında olmayan körler sürüsü içinde benim olmayan hayatlara değer yüklemeye çalışan ben...
Neyse diyorum boş ver bunları. Nasıl olsa kimse beni, onları gördüğüm gibi görmüyordu. İçimdeki dürtü yeniden isyana geçiyor. Haydi diyor, haydi birkaç beyaz sayfayı daha kirlet. Sen başkasında görmeye çalıştığın kendini, çınar yaprağının bilmem kaçıncı kuşaktan akrabası olan kâğıda yaz...
Biraz ilerideki havuzun fıskiyeleri raks ediyor ve bağırasım geliyor "Boşuna uğraşma fıskiye, içimdeki gürültüyü ve hayattan kâm aldığını sanan insanların şen şakrak çağıldayışını bastıramazsın..."
Boş ver diyorum tekrar, bak sana binlerce dünya binmişler dünyanın sırtına gidiyorlar. Kalk ve sen de karış aralarına. Bugün de nefes alabiliyorsun ya, haline şükret, bak sen bile görmek istediğin gibi görüyorsun hayatı, yani sen de herkes gibisin... Kabul ediyorum, ben de herkes gibiyim...