İyilik yapmak istemek güzeldir, daha güzeli ise o düşünceyi eyleme geçirmektir. Çıkar kaygısı olmadan, hiçbir beklentiye girmeden, hatta nefsine bir pay çıkarmamak için başka elleri vesile ederek, yapmak…
Her insanın içinde olan bu hissiyat, tabii ki farklı şekillerde tezahür eder. Ama mutlaka bir başkasına iyilik etmek, bütün insanların hayattaki en çok keyif aldığı bir eylemdir. Bir başkasını memnun etmek, ya da en cimrisinin bile kendi nefsini memnun etmeye çalışması, bu ihtiyacın giderilmesinden başka ne olabilir ki…
İnsanın hayata bakışını, topluma bakışını, aileye bakışını, kısacası kime iyilik etmeye çalıştığına bakarak anlamak zor olmasa gerek. Çünkü en kötü eylemi yapan kişi bile yaptığı eylemi mutlaka bir sevdiğini memnun etmek için yapmıştır.
Ama biz iyilik penceresinden bakarken, yapılanın insanın ve insanlığın hayrına olan eylemlerin güzelliğiyle nasiplenenleri konu alacağız. Evet iyilik yapmak için acele etmenin gerekliliğini ve o düşünceyi kaybetmeden akıldan geçen iyiliği yapmanın gerekliliğine vurgu yapalım.
Bazen etrafımızdaki kişiler bu düşüncelerle harekete geçtiğinde, onun maddi ve manevi durumunu görünüşte önemser gibi görünenlerin, o iyiliği yapmaması için durumunu bahane ederek vazgeçirmeye çalışması, bir anlamda iyilik hırsızlığı gibidir. Bu konuda küçük bir anı paylaşmak isterim.
“Yıllar önce hastanede babamın yanında refakatçi olarak kalırken, bir yakınımız hastalanan kızını aynı hastaneye getirmişti. Dar gelirli olan yakınımız ile birkaç gün birlikte hastanede kaldık.
Mübarek gecelerden birisiydi. Hastaneye yakın bir yerde bir pastane olup olmadığının sordu. Evet var dedim ve bana ‘gel beraber gidelim de hastanedeki bütün hasta ve yakınlarına tatlı ikram edelim’ dedi. Ben durumunu bildiğim için hem çocuğunun hastane masrafı hem de koskoca hastaneye böyle bir ikramın çok pahalıya mal olacağını söyledim. Ama o ısrar etti ve babam da ‘gidin alın’ dedi. Gittik ve pastanedeki tatlı tepsilerini yüklenip geldik.
Kapıdaki güvenlik personelinden başlayarak, bütün çalışanlara, hastalara ve yakınlarına ikram ettik. Neticede neredeyse hastanede ikramımızdan nasiplenmeyen kimse kalmamıştı. Ben babamın yanına döndüğümde, babamın benim tavrımdan memnun olmadığını görmüştüm.
Bana, ‘Bir daha sakın böyle yapma!’ dedi. Anlamamıştım, ne yaptım ki dedim. ‘Daha ne yapacaktın?’ dedi. Ben hala anlamamıştım. Anlatmaya başladı. ‘Bir daha iyilik yapmak isteyen birisinin, iyilik yapmasına engel olma! Unutma ki, insanın iyilik yapmasından en çok şeytan memnun olur. Sakın bir daha şeytanı memnun edecek harekette bulunma!’ o ana kadar düşünmediğim bir ayrıntıydı.
Bir tebessüm ile de olsa bu yolda olmak hem inancımız hem de kültürümüzün bize yüklediği bir misyondur. İyilik yapmak güzeldir, iyiliğe vesile olmak da en az iyilik kadar güzeldir.
Bu bağlamda iyilik yapmayı bir erdem gibi görmenin yanın da onun da insanın en temel ihtiyaçlarından birisi olarak görmemiz gerekmez mi?