Halden anlamak, insanların halleriyle hallenmek. Bizim milletimizin güzel bir sözü var, kendini onun yerine koy derler. Düşenin acısını kendi canında hissetmek gibi, sevincini de kendi sevincin gibi hissedebilmek gibi…
Bir şeyi bilmekle, onun yaşamanın aynı şey olmadığını anlamak için, insanın gördüğü her hadisede tek taraflı bir bakışla değil, karşıdan görüşlü bir bakışa da sahip olması gerekir. Bunu yapabilmekse ancak kendini karşındaki insanın yerine koymakla mümkündür.
Modern ismiyle empati, bizim kültürümüze göre ise ötekileşerek, karşımızdaki insanın hem gönül dünyasına hem de içtimai hayatına dokunabilir, onun haliyle hallenebiliriz. Çünkü insanın hali ile hallenmek, onu anlamak demektir. Başka türlü bildiğini, anladığını söylemek sadece laf kalabalığından ibarettir.
Acı, mutluluk, sevgi, hasret, kin, nefret gibi olgular, bütün insanların ortak dilidir ve tadı aynıdır. Gönülleri, bakışları, hissedişleri aynı olanların birbirini anlaması kolaydır. Ama farklı duyguları yaşayanlar için durum böyle değildir. Hatta birinin acısı diğerinin mutluluk sebebi bile olabiliyor.
Yaşanan bir olay hakkındaki bizim düşüncemiz, doğruluk anlayışımız, bize göre olması gerekenler, başkası için aynı şeyi ifade etmeyebilir. Çünkü herkesin hayata baktığı yer bizim bulunduğumuz konum değildir. Hatta o anki ruh halimiz bile doğru olan bir şeyi yanlış olarak algılamamıza yeter. O nedenle ilk önce biz toplum içindeki konumumuzu görmeli ve toplumun ve inancımızın doğrularına yakınlığımızı bilmemiz gerekir. Bu konuma göre doğruluk ve anlayışımızı şekillendirebiliriz.
“Sizden biriniz kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz.” Hadisi Şerifi, aslında inancımızın da bize kendimizi karşımızdakinin yerine koymamız gerektiğini telkin etmektedir. Sosyal dengenin bu şekilde teşkil edileceğinin bir göstergesi mesabesindedir. İyi de olsa kötü de olsa insanın başına gelebilecek her hali, kendimize gelmiş gibi görebilmeli, onun yerine kendimizi koyabilmeli, acısını sevincini aynı ölçüde hissederek, İnsanı kâmil olabilme yolunda büyük adımlar atabiliriz.
Umursamaz bir dünya da yaşamak, hayatı öylesine basite almak, birilerinin canına mal olabilecek bir olayı, kendimize gülmek için bir sebep olarak bile görebilmek, aslında karşımızdakinin değil kendimizin aczini gösterir.
Ötekileşebilmek, insanın vicdan, şefkat, merhamet gibi olumlu değerlerini ön plana çıkararak aynı zamanda gönül birliğinin de oluşmasına büyük katkın yapar. Sevinçte, neşede, öfkede, acıda birleşebilmek sadece kişinin hayat kalitesini artırmakla kalmaz, içinde yaşadığı toplumun da hayat kalitesini yükseltir. Aslında bizim kültürümüz birlikten kuvvet doğar diyerek bunu insanlara tavsiye eder. Aynı zamanda ötekileşmeyi en güzel anlatan bir diğer tavsiyesi de iğneyi kendine batır çuvaldızı başkasına derken, iğnenin acısını kendinde hisset ki, diğer insanın ne hissedeceğini gör.
Fertlerin halleriyle hallenmek kişiye, toplumların halleriyle hallenmek de toplumlara düşer. Bir felakete maruz kalan kişi de olsa, toplum da olsa insana ilk düşen o felakete maruz kalandaki eksikleri, hataları araştırmak değil, onun yaşadığı acıyı kendinde hissederek ona yardımcı olmaktır. Onun yarasını kendi yarası bilerek sardıktan sonra, kendi hayatı için onun hatalarını bir ibret, bir nasihat olarak görmelidir.
İnsanın nefsi her zaman kendisini düşünmeye meyleder ve ben, der. Benlik ise yalnızlığı doğurur. Sadece kendisini düşünmek toplumsallıktan bireyselliğe düşmek anlamına gelir ki, bu insanı hayatını tek başına yaşamaya, hayatın bütün yükünü tek başına omuzlamaya zorlar.
Aslında insanın kendisini mutlu ve huzurlu hissetmesine yardım edebilen en büyük hissiyatların birisi de başkasının mutluluğuna vesile olup, onun sevincini paylaşmak, onun sevincinden pay almaktır.