İçinde yaşadığım şehir mi değişti, yoksa biz mi değiştik bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa, Artık yaşadığımız şehir bize o kadar yabancı ki. Ne çarşısı eski çarşı ne de insanları eski insanlar. Öylesine tuhaf bir hale geldi ki, sanki kendi öz mayasıyla kıyasıya bir kavgada.
Sonbahar bütün güzelliğini toplamış, arkasında sarıdan kahverengiye dönen gazelleri bırakarak, gelen kışa yer verme telaşında. Esen hazan yelleri ağaçların saçlarını tarayarak dallarını temizliyor. Adeta yağmurla yaprakların yağma yarışı var sokaklarda. Islak kaldırımlarda, ıslak yapraklar, yürüyenlerin birçoğunun haberi bile olmadan değişen bir mevsimin armonisi.
Biz bu şehri, gönlüne dokunan birkaç gönül insanının hatırına sevdik. Çünkü mekanları anlamlı kılan, sadece taşı toprağı değil, o mekâna en güzel anlamı yükleyen insanlarıdır. Ve o insanlar ki mekânın ruhuna ayna tutan en nadide ellerdir.
Bu haletiruhiye ile yürürken, kaldırımlardaki kalabalıklara rağmen, insanın ne kadar yalnız olduğunu fark ediyorum. Gösteriş budalası olmuş bir sürü ışıltılı vitrinler ve gürültülü cadde trafiğinin arasında yürüyenlerse onca kalabalığın içinde öylesine yapayalnız ki… Herkes kendi özgürlük alanını kendisi çiziyor ve çizdiği bu çerçeve içerisinde sözde özgürlüğünün tadını çıkarıyor gibi…
Bu şehre yakışmayan biz miydik, yoksa bu hayat tarzını benimseyenler mi, bilemiyorum. Ama şu acı bir gerçek ki, herkesin içinde büyük bir itiraz var. Kimse memnun değil hayatından ve şehrin bu yüzünden. Herkesin içinde dünde kalan güzelliklerin tekrar zuhur etmesi umudu, duası var. Evet bu şehir bizim olmaya bizim de bu insanlar biz değil, bizden değil.
Bir kafenin önünde iki delikanlı, birisi küçük bir masaya takılıyor ve masa ile beraber düşüyor. Diğeri ise ona yardım etmek yerine boyundan büyük bir kahkaha ile mukabelede bulunuyor. Başkalarının acıları üstüne neşe ve mutluluk kurgulamak, ya da onların acılarını gülebilmek için harcayan, ucuz insancıklar doldurdu meydanları, demekten kendimi alamıyorum. Sevgileri bile yaşadıkları alemler gibi sanal, bir ekrandan seyreder gibi görüyorlar hayatı. Düşeni kaldırırlardı eskiden. Elinden tutulurdu, ağrısı sancısı var mı sorulurdu. Herkes onun acısını kendi acısı bilirdi.
Bu nasıl bir yozlaşmadır ki, herkes hayatının merkezine bir şeyler koymuş ve herkes kendi tabusunu yüceltme derdinde… En mukaddes bildiğimiz değerlerimiz bile alt üst olmuş durumda. Vaktiyle bu şehre en güzel anlamı yükleyen o yüce gönüllü insanlar, sadece ticari bir meta haline gelivermiş. Zira o insanların fikri, hayat anlayışı, inancı değil, magazinsel olan ritüelleri her şeyin önüne geçmiş.
Her zaman aklıma geliyordu, neden acaba bu değerlerin olduğu mekanların etrafında sadece bu işin ticaretini yapanlar oluyor? Neden acaba dışarıdan gelen bir ziyaretçiyi, gerçek anlamda o şehrin mukim olan halkı değil de o değer üzerinden fırsat devşirenler karşılıyor?
Şehrin sokaklarında yürümeye devam ediyorum. Her adımda sanki biraz daha uzaklaşıyorum, komşusunun sadece evine değil, bütün hane sakinlerine göz kulak olan, hatta onların çocuklarının terbiyesini bile kendi sorumluluğu bilen güzel insanlardan.
Yüzlerimizde büyük bir kabullenemeyişin derin çizikleri var. Evet içinde yoğrulduğumuz kültürün gün be gün yerini başka bir kültüre bıraktığını görmenin ezikliği midir bilinmez, kendi inşa ettiğimiz ama içine bir türlü giremediğimiz yoz bir hayatın, yapayalnız yolcularıyız.