Dallas’a gidiyorum deyince öyle makine, iş güç düşünmüyor kimse, “Ceyar’a selam söyle” gibi şakalar yapıyorlar. 1980’li yıllarda herkesi TV karşısına dizen haftalık bir pembe diziye adını vermiş Dallas şehri ve dizi şehrin önüne geçmiş. Geçer tabi, Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çok izlendi o yıllarda. Hatta dünyada en çok izlenen TV programı olarak Guinness Rekorlar Kitabına da girmiş Dallas dizisi. Dizinin konusu, petrol zengini bir aile içindeki güç mücadelesi ve entrikalarla dolu lüks yaşamın hikayesi idi. Ailenin büyük oğlu Ceyar da TV tarihinin en kötü karakterleri arasında yer almış. O yıllarda kötü adamlara, “Ceyar gibi” denilmesi boşuna değilmiş demek ki, Larry Hagman kötü adam rolünün hakkını vermiş!
*
Ardından Brezilya yapımı pembe diziler tüm dünyaya yayıldı, meşgul etti izleyiciyi. Çok su katılmış dizilerdi. Son yıllarda ise Türk dizileri revaçta. Brezilya dizileri kadar olmasa da çoğu fazla sulandırılmış, özsüz undan ekmek olmaz misali, zaman öldüren yapımlar. Bazen güzel kızlarla ve yakışıklı erkeklerle seyirci çekiyorlar bazen lüks yaşam görüntüleri içine sıkışmış entrika ve cinsellik ile bazen de tarih sosuna bulanmış masal ve efsanelerle… Konu yok, mesaj yok, eğitim yok! Belki varsa biraz propaganda, biraz da algı yönetimi!
*
Konu buraya gelmişken, ABD’nin sinemayı ve TV’yi bir yandan propaganda diğer yandan eğitim aracı olarak kullanma konusunda, hem de izleyiciyi uyuturak yönetme konsunda başarısının taktir edilmesi gerektiğini düşünüyorum. ABD dünya çapında yaptığı bir çok askeri operasyonu, savaşı hatta insan hakları ihlallerini, yaptığı filmlerle dünyaya gösterirken kendisini masum hatta mazlum ve insan hakları savunucusu kahramanlar gibi göstermeyi başarmıştır. Bu sektörden kazandığı para da cabası... Sinema ve TV sektörü sayesinde dünyanın en büyük “hayal ihracatçısı” ülkedir ABD. Bu ticaret ile ABD’den dışarıya hiçbir şey çıkmadan, milyarlarca dolar girer ABD’ye.
*
Bunun yanında ABD, ABD’ye malolan kapitalizmin simgelerini tüm dünyada insanların zihinlerine yerleştirmiş ve kendi yaşam tarzını başkalarının rüyası haline getirmeyi başarmıştır. Hatta kapitalizmin en büyük rakibi, komünist SSCB’yi yıkıma götüren süreçte sinema ve TV’nin rolü hiç de küçük değildir.
*
ABD sinema ve TV’yi bir eğitim acacı olarak kullanırken, hem tarihindeki yerli soy kırımlarını ve kölelik gibi ayıplarını örterken, hem de ilkel bir dürtü olan ırkçılık ile mücadele etmiş ve köleler ile efendileri, dünyanın dört bir yanından gelen çeşit türlü birbirine benzemez milletten göçmenleri “millet bilinci içinde yoğurmayı” büyük ölçüde başarmıştır. Zaman zaman tatsız ırkçlılık haberleri çıksa da ABD’de ırkçılığın iması bile yasaktır ve milliyetçilik baş tacıdır…
*
Bizdeki, Türk milliyetçiliğini günah gibi gösterirken, Arap ırkçılığını övenler geliyor aklıma. Bu kadar aymazlık, cahillik ile açıklanabilir mi sizce? Yoksa başka bir şey mi var işin içinde?
*
Dallas, Fort Worth ve Arlington şehilerinden oluşan metropolün merkezi durumunda. Dünya çapında büyük ve teknoloji devi şirketler de var bu bölgede. Birisi de uzay ve havacılık şirketi Lockheed Martin, şu meşhur F-35 savaş uçaklarının üreticisi. Bir zamanların efsane U-2 casus uçakları ile ilk hayalet jetleri yapan firma.
*
Yani Dallas, kovboyları ile ünlü Teksas eyaletinde pamuk üretilip petrol çıkarılan bir şehir olmanın çok ötesine geçmiş. Kazandığı para ile dünyaya teknoloji üreten hatta uzaya taşan teknolojilere ev sahipliği yapan bir şehir olmuş! Darısı bizim şehirlerimizin de başına. Dallas’tan selamlar.