Geçen hafta İngiltere’nin Birminghan şehrindeydim. Malum, 35 yıllık bir dış ticaretçi olarak makine ihraç edebileceğimiz pazarlara yakın durmaya çalışıyoruz. Son ziyaretimden beri yazılacak fazla bir değişiklik olmamış buralarda. İngiltere’de İngiliz görmek biraz daha zorlaşmış. Her taraf Hintli ve Afrikalı dolu. Normal tabi çünkü İngiliz sömürgesi ülkelerden İngiltere’ye çalışmak için gelmek nispeten kolay. Buna bir de Suriyeli ve Afganlı eklenmiş çünkü burada İngilizlerin çalışmak istemediği hizmet sektörlerine iş gücü gerekli.
*
Daha önceki seyahatimden sonra Bangladeş'teki müşterime “İngiltere'de ne kadar çok Bengal var” demiştim, o da “ben de Almanya’da çok Türk gördüm” diye cevap vermişti. Kendi ülkelerinde iş bulamadıkları için başka ülkelere gitmek zorunda kalan Müslümanlar! Söze gelince hepimiz bir ümmetiz ama ümmeti besleyecek iş alanları kuramadığımız için İslam(!) ümmetinin çocukları, haçlı bakiyesi ülkelere gitmek zorunda kalmış.
*
Buraya kadar tamam da İslam ümmeti, çalışmaya gittiği yaşadığı ülkelerde İslam’ı, daha doğrusu İslam ahlakını temsil ediyor mu?
*
Hindistan, Pakistan, Bengladeş ve diğer Arap ve Afrika ülkeleri sanayileşmeye çalışırken, makine ve teknoloji alımlarında Avrupa, ABD, Japonya, Çin, Kore yanında Türkiye’yi tercih edebiliyor olması sayesinde Türkiye’deki gelişmeyi de görebiliyor ve son yüzyıldaki gelişimi için Türkiye’ye saygı duyuyorlar. Biraz araştıranlar, Türkiye’nin bu ülkeler arasında makine üreten ve ihraç eden bir ülke olma başarısının geçen yüzyıldaki Kurtuluş Savaşı’ndan sonra başladığını öğreniyor. Bu süreçte Latin alfabesine geçmenin batının sanayi ve teknoloji gelişmelerini almayı nasıl kolaylaştığını da anlıyor. Ama bizimkilerin bir kısmı göremiyor bunları, çünkü kandıkları yalanlar gözlerine bir perde çekmiş sanki.
*
Öte yandan batı ile kültürel alış verişi de kolaylaştırdı yeni alfabeye geçmemiz. İyisi kötüsü tartışılır elbette. Ancak geçen yüzyılda ve öncesinde işgal edilen Osmanlı – Ümmet coğrafyasında, “ya istiklal ya ölüm” ilkesine sarılarak bir Kurtuluş Savaşı veren tek milletin Türk milleti olması da basiret ve feraset sahibi gözlerden kaçmıyor tabi ki. Bu açıdan bakınca İngiliz-ABD-Fransız ittifakının manda ve himayesinde yaşamayı kabul eden, din adına düşünmeyi, sorgulamayı ve aklı kullanmayı bastıran Araplar ile kültür alışverişine devam etseydik daha mı iyi olurdu? Bu alışverişin, geçen 8 yüzyıldaki etkilerine ve sonuçlarına bakmak gerekemez mi? Bu sorular alfabe değişimine karşı türlü iftira atanlara ve bunlara kananlara…
*
Arap deyince hemen Kabe'yi, Haccı, Namazı, Müslümanlığı öne sürenler oluyor. Onlara soruyorum, haçlı bakiyesi devletlerin manda ve himayesinde yaşamayı kabul etmeyi hangi İslam ile açıklayabilirsiniz? Mücahit yetiştirenlerin, şeriat isteyenlerin, Müslümanları birbirine düşürmeye çalışanların, İslam dinini “huzur, barış ve adalet” yerine “kindarlık” ile ifade edenlerin arkasında İslam düşmanlarına yarayan fikirlerin çıkmasını nasıl açıklayacaksınız? Bu yanlış ve çarpıtmalar ile kandırılmış olanları nasıl açıklarsınız? Yoksa bazıları kandırıldım diye mi kandırıyor Müslümanları?
*
Aklını rasyonel düzeyde kullanmak yerine kandığı yalanları yayanlar ve inatla doğru bilgiye kör bakanlar hangi tür Müslüman oluyorlar? Aklı kullanmak deyince, Avrupalılar en az üç yüzyıl önce bilek gücünden beyin gücüne geçtiler. Bunun öncülüğünü de İngilizler yaptı. İngiltere’de bunun izlerini görmek de ayrı bir tecrübe. Biz her ne kadar İngiltere’ye makine ihracatı yapmak için gelmiş olsak da bu işleri bunlardan ve Almanlardan öğrendiğimizi inkar edemeyiz. Çin de bunlardan öğrendi ve tereciye tere satmak için Çin ile rekabet içindeyiz. Bunu ayrı bir yazımıza saklayalım.
*
Türk milletinin bir kısmı da Müslümanlaşmaya çalışırken Araplaştığını fark edecek kadar düşünemeyenleri uyandırmaya çalışıyor ama uyumayı tatlı bulanlar, uyaran ve uyandırmaya çalışanlara kızıyor, kinleniyor. Bunu akılla mı açıklarsınız yoksa başka bir şeyle mi? Ne dersiniz?
*
Türkiye, petrolü olmadığı halde bu kadar sanayi ihracatını başarıyorsa, zamanında batıyı örnek olarak yaptığı yatırımlar sayesindedir. Bu yatırımların yenilenmesi ve geliştirilmesi gerektiği tartışma götürmez bir gerçektir çünkü bir ülkenin gelişmesi demek her alanda yenilikleri takip etmesi ve uygulaması demektir. Dışarıdan satın almak yerine kendi imkanları ile üretmek ve yeni iş alanları kurmak kalkınmayı getirir. Yani üretim yapacak fabrikaları artırmak yerine sürekli inşaata yatırım yapılan ülkeler gelişemez de kalkınamaz da sadede büyürler. Kalkınma olmadan büyümenin ise övünülecek bir yanı yoktur.
*
Avrupa en az üç yüzyıl önce bilek gücünden beyin gücüne geçiş yapmışken, bizde büyüme ile kalkınma arasındaki farkın bile anlayacak kadar düşünemeyenlerin olması gerçekten oturup üzerinde düşünmemiz gereken eğitim sorunlarımız olduğunu gösteriyor. Cemaat, tarikat, mezhep kavgaları içinde yandaşlık etmeyi ve sorgulamadan kanmayı bırakıp, işin aslını arayanlar, duygular yerine bulgular üzerinden düşünmeyi öğrenenlere Birmingham’dan selam ve dua ile…