Tarihteki olayları sebep sonuç bağlamı ile kronolojik sırada okuyabilenler günümüzdeki güç mücadelesinin toplumsal hareketlere etkisini doğru anlar. Bugün karşımıza çıkan pek çok siyasal hamlenin kökleri, geçmişin derinliklerinde saklıdır. Ancak her dönem farklı paketler içinde ortaya çıkar. Bu yüzden algı ile aldanmak isteyen, akıl ile anlamak isteyenler, sonuçlar üzerinden yapılan gündelik tartışmalara değil, arka planda yatan sebeplere bakmayı tercih eder.
*
Sonuç olarak görünen Papanın Türkiye ziyaretini, sebepleri ile birlikle anlayabilmek için bu yazımda üç dönem ve üç coğrafyadan örnek vermeye çalışacağım;
*
1853–56 Kırım Savaşı’nın görünürdeki sebebi, Rusya’nın Osmanlı’daki Ortodoks mezhepli Hristiyanların hamisi olmak istemesiydi. Algı ile düşünenlere dini bir konu gibi görünse de akıl ile düşünenler; gerçekte Rusya, Osmanlı’nın zayıflığından yararlanarak sıcak denizlere inmek için bahane arıyor ve mezhep konusu maske olarak kullanıyordu… Bu savaşta Katolik mezhepli Hristiyanların hamisi Fransa ise Ortodokslara karşı durmak için Müslüman Osmanlı’nın yanında yer aldı. Çünkü siyasi menfaati bunu gerektiriyordu… Bir süre sonra, aynı Fransa, Rusya ve İngiltere ile beraber menfaat paylaşımda anlaşınca mezhep ayrılıklarını unutup Osmanlı topraklarını işgal etmek için harekete geçtiler.
*
Mezhepler bahane, menfaat şahane…
*
Aradan bir asır geçti, SSCB’nin işgali altındaki Polonya’daki tersane işçilerinin “Solidarnost” yani “Dayanışma Hareketi” Sovyet sisteminin çözülme sürecini başlatan kıvılcım oldu. Böylesi büyük bir yıkımı işçi hareketi ile açıklamanın yanlış olduğu, perde arkası ortaya dökülünce anlaşıldı. Sahnede kapitalist bloku temsil eden ABD Başkanı Ronald Reagan başrolde görünse de herketi bir hayalet gibi destekleyen Polonyalı Pap II. Jean Paul vardı… Polonyalıların bildiği aduyla, Karol Wojtyła…Papa kıyafeti içinde 1979’da Polonya’da yaptığı masum bir dini konuşmada söylediği “korkmayın” sözü, Polonya’daki milyonların zihninde yaşayan, SSCB’ye karşı korkuyu yıktı: Sovyet ideolojisine karşı bir meydan okuma oldu. ABD’nin amacı rakibi Sovyetleri zayıflatmaktı. Papa, bu hedefe gidecek yolu memleketi olan Polonya’dan dini görünen bir konuşma ile açtı ve din adamı kimliği ile kapitalizmin sonuca ulaşmasına hizmet etti.
*
Mezhepler, tarikatler, cemaatler ve aralarında çıkarılan çatışmalar, güç sahibi devletler için dün olduğu gibi bugün de kullanışlı araçlar olmaya devam ediyor.
*
Kırım Savaşı sırasında Katolik – Ortodoks mezhep rekabeti Osmanlı’nın lehine işlemişti. Rusya ve Fransa'nın mezhep çatışması Osmanlı’nın nefes almasını sağlamıştı. Hatta bu rekabet, Ortadoğu'da Müslümanların rahatına hala hizmet ediyor. Yüzyıl sonra, Papa’nın Polonya’daki etkisi ise SSCB’nin aleyhine işledi.
*
Tarih açık bir uyarı veriyor:
– Dış güçler mezhep, tarikat, cemaat hamiliği iddiasıyla iç işlerimize karışabilirler.
– Bir tarafı koruduklarını söyleyerek toplumsal fay hatlarını derinleştirebilirler.
Bunu söylemeden, sinsice devletimizin kadrolarına sızarak, sessizce yapabilirler.
Bu da gösteriyor ki, Laiklik; milletimizin din maskesi altında aldatılmasını önlemesi ve devleti yönetecek makamlarda liyakati sağlaması yanında, tarihin öğrettiği bir savunma hattı aslında,.
*
Atatürk’ün, laiklik ilkesini devletin temel direği yapması, yalnızca bir modernleşme tercihi değil; tarihsel bir güvenlik tedbiridir. Çünkü laiklik liyakat sahibi ellerde, dinin ve mezhebin rakip devletler tarafından manipüle edilmesini engelleyen bir “koruma kalkanı” olarak çalışır. Osmanlı’nın yüzyıllarca maruz kaldığı mezhep merkezli dış müdahaleleri hatırladığımızda, bu ilkenin stratejik önemi çok daha iyi anlaşılacaktır.
*
Önceki Papa’nın Kürdistan ziyaretini hatırlayın. O ziyaret anısına üzerinde “papanın takkeli resmi ile sözde Kürdistan haritası” olan bir pul bastırmışlardı. Ve o pul ile kim bilir kimlere, hangi mesajları göndermişti “din adamı” papa? Papanın, Irak ziyareti ile bölücü teröristlere af çıkarmayı konuşan siyasetçilerin önüne cilalı taşlar mı döşendi acaba? diye sormaz mı insan. Takke demişken bir de geliyor aklıma; Namaz kılarken papanın takkesinin aynısını takmak dinden çıkarmıyorsa, dini anlamı olmayan türde, siyasi sembol ve dönemin modası olan şapkaları takmanın dinden çıkardığı gibi yalanları yayanlar kime hizmet(!) ediyor? Böyle yalan ve iftiralar ile Atatürk’ü kötülemeye çalışanlar kim oluyor?
*
Atatürk’ün Lozan ile mezhepleri bahane edip içişlerimize karışma oyununu engellemesi ve yüzyıl önceki Papa’nın dini görüntülü(!) ziyaretine izin vermemesi sebebi ile kinlenip, iftira atanlar, Müslüman kılığında mı konuştu zamanında? Atatürk’e düşmanlığın şapkadan, laiklikten olmadığını, düşmanlığın çok daha farklı siyasi planlar için üretilip yayıldığını anlamak zor mu acaba?
*
Katolik Papa’nın ziyareti hoşgörü ve diyalog mesajlarıyla sunuluyor; ancak tarihte hiçbir papa yalnızca maneviyat için hareket etmemiştir. Ayrıca papanın hoşgörü çağrısı Müslümanlara değil de Ortodokslara yapılıyorsa ve işin sonunda Katolikler ile Ortodokslar barışıp, ittifakla hareket etme kararı alırsa, Müslümanlar ne yapacak acaba? Rusya Federasyonu ne olacak bu arada? Buradaki jeopolitik hesap nedir sizce?
*
Bugün Atatürk’e “dinsiz” iftirası atanların, dış güçlerin mezhep oyunlarına kapı aralayan politikalara sessiz kalması, tarihin ironilerinden biridir. Güçlü devletler mezhep ve din sözleri ile kaşıdıkları kimlikler üzerinden hamle yapabilirler. Gerçekte dertleri, din iman değil, menfaatleridir. Bu oyunu bozmanın yolu, olayların arka planını doğru okumaktır. Laikliği, din karşıtlığı gibi değil, dini ve vicdanı suistimal ederek siyasi emelleri için milletimizin aldatılmasını önlemek için kullanmaktır.
*
Laf buraya gelmişken, “bizim de papa gibi bir halifemiz olsaydı daha iyi olurdu” gibi konuşanlar, halifelik makamını Türkler’den almak için Arapları silahlandıran ve Osmanlıya karşı kışkırtan İngilizlerin, sömürüsü altındaki Müslüman nüfusunu kullanarak İngiliz kraliyet ailesine hizmet edecek birini halife seçtirme ihtimalini hiç düşündünüz mü? Düşünün…
*
Görüntüye, söylentiye kapılıp algı aldanmak yerine işin aslını arayarak akıl ile gerçeğin izini sürenlere selam ve dua…