TÜRKİYE’Yİ ANLAMAK

Yılmaz SANDIKÇI

1995 yılında Türkiye’yi AB ile Gümrük Birliğine sokan siyasetçileri, biz çocukken oyunlarımızda kullandığımız sakızdan çıkan paralara benzetmiştim. Seçimle gelmelerine rağmen seçmeni temsil ve ifade etmeyen siyasetçiler vardı o zaman.

*

1994 yılından beri köşe yazıyorum, yazılarımda bazen boşluğa düştüğüm oldu bazen tekrara. Tekrara düşüyorum çünkü Türkiye garip bir kısır döngünün içinde dönüp duruyor. Sorunlar aynı, tartışmalar sığ ve çözüm üretmekten uzak.

*

Yirmi yıl önce büyük umutlarla seçilen AKP ile bunca zamandan sonra önceki sorunlar tekrar ediyor gibi sanki… Bütçe açığı, dış borç, işsizlik, döviz kurları, enflasyon… Seçimle gelmelerine rağmen seçmeni temsil ve ifade etmeyen siyasetçiler yine aynı… Bu soruna tuz biber eken, bir de seçilmedikleri halde bakan seçilen(!) siyasetçiler var şimdi. Daha zor bir durum…

*

2002 yılından önce atanmışlar seçilmişerin üzerinde olamaz diyen AKP kurucu ve yöneticileri, iktidara gelince, seçilmiş milletvekillerinin üzerine atanmış baakanları koydu iyi mi! Bu sorunu anlamak ve anlatmak için sizce hangi seviyede düşünmeli?

*

Yirmi yıl öncesinde hükümeti destekleyen kitlesel medya yoktu, şimdi hükümetin kendi medyası var gibi… Öyle ki medyanın yaratmaya çalıştığı algı, çoğu durumda aklı ve düşünme gücünü bastırıyor sanki. Bu yüzden yazılarımda boşluğa düşmemek için sıcak gündemi takip eden yazılar yazmayı bıraktım uzun süre önce. Çünkü, algı yönetme uzmanları, işlerine gelmeyen konularda çok hızlı gündem değiştiriyor. Akıl yerine, algı ile yaşayanlar algı yönetimine kapılıyor ve işin aslını sorgulamıyor.

*
Türkiye’yi anlamak için gündemi düşünmek yerine sağlıklı düşünmenin yollarını düşünmeye başladım ben de. Bazı yazılarım bu yönde, örneğin; dinlediğiniz kişilerin sözlerine takılmayın, aklınızı kullanın ve söylemin, görüntünün arkasındaki gerçekleri akıl-vicdan eşliğinde anlamaya çalışın diyorum. Çünkü sorun sözlerde değil, kişilerin aklını kullanma seviyesinde. Bu seviye dört tane; Aklını, bacak arası seviyesinde kulananlar / mide-bağırsak seviyesinde kullananlar / kalp-göğüs seviyesinde kullananlar ve aklını baş-beyin seviyesinde kullananlar.

*

İlk ikisi mahlukat olur, temel ihtiyaçlarının ötesini algılayamaz… Düşüncesi de temel ihtiyaçları ile sınırlıdır. Üçüncü seviye beşer olur. İnsan beşer, bazen şaşar bazen düşer sözü burada başlar. Bunlar temel ihtiyaçları yanında çevresindeki yaşam hakkında da düşünebilir. Vicdanını hisseder ancak dinlemekte zorlanır. Ahlaklı olma gereği duyar ancak menfaati ile çakışınca kolayca vazgeçer. Domuz eti yemenin yasak oluduğunu bilir kul hakkı yeme konusunda o kadar titiz değildir. Çünkü bunlar zeka yerine duyguları ve hafızası ile düşünür. Görebildiği kadarını, kısmen algılar. Bu ilk üç seviyenin düşüncesi sonuç üretmez, güdülmeye ihtiyaç duyar. Kolayca kandırılır bunlar.

*

Dördüncü seviyede baş-beyin seviyesinde düşünenler var, bunlar insan olur ancak. Bu seviyede insan olmak ise kolay değildir! En az iki kademelidir. Birinci kademede kendi ihtiyaçları yanında çevresinin, başkalarının ihtiyaçlarını da düşünürler. Başkalarının sorunlarını anlamaya, olaylara bütünsel bakmaya ve çözümler üretmeye çalışırlar.

*

İkinci kademeye çıkınca insan, düşünce üzerinde de düşünmeye başlar, sadece görüneni deği bütünü algılamaya çalışır. İnsan olma yolcuğunda en ayırt edici özellik budur. Bunlar başındaki beyni, hafıza yerine zeka ile kullanır. Sorgular ve kolayca kanmak yerine işin aslını arar. Ahlak, erdem seviyesine çıkar yani, menfaatine dokunan durumlarda bile ahlaklı olmayı sürdürebilir bunlar.

*

Düşünce üzerinde düşünmek de neymiş diyenlere, şu örnekleri vereyim önce, detaylar sonraki bir yazımıza inşallah. Örneğin, “keşke düşman kazansaydı şunu yapardı şunu yapmazdı” diyenlere, “düşman kazandığı ülkelerde neler yapmış, birlikte bakalım mı? Neyi niçin yapmış, neyi niçin yapmamış, gel işin aslını birlikte arayalım mı?” demeden kanmışsan düşünce üzerinde düşünme seviyesine çıkamamışsın demektir.

*

Bir de “domuz eti yiyenler eşini kıskanmazmış, ama koyun eti yiyenler öyle değilmiş” diyenler vardır. Bu sözleri duyunca, koyun eşini kıskanıyor muymuş? Sorusunu soramadıysan düşünce üzerinde düşünemiyorsun demektir. Bir koyun sürüsünde kaç koç olur ve bu koçlar koyunları nasıl paylaşır? Diye sormadıysan düşünce üzerinde düşünme seviyesine çıkamamışsın demektir.

*

Daha da üzücü olan ise domuz eti yedikleri halde müslüman mintanı ile gezenlerce kandırılmışsın demektir. Daha örnek var da yer yok!... Selam ve dua, kanarak zan ile hareket etmek yerine işin aslını arayıp, idrak ile hareket edenlere…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.