VİYANA’DAN SELAMLAR

Yılmaz SANDIKÇI

Aslına bugün sırada “Houston’dan Selamlar” başlıklı yazım vardı. Ancak THY’nin Dallas-İstanbul uçağı geçen hafta üst üste 2 gün iptal edilince program değişti.

*

Viyana'ya defalarca geldim, benim için bir şehirden öte anlamlar taşıyor burası; Ecdadımızın batıya doğru yaptığı fetihlere bir sınır olmuş Viyana! Bizimkiler buralara kadar gelmiş ama geri dönmüş! Niçin gelmiş, niçin dönmüş? Niçin kalamamış? Bu soruları getiriyor aklıma! Ve bu sorulara cevap bulmadığımız sürece elimizdekini de kaybetme tehlikesine itilmekte olduğumuzu anlatıyor sanki…

*

İslam’ın kılıcı olarak batıya yönelen Türkler, Viyana’da durduruluyor ve bir süre sonra başlayan geri çekilmeden sonra Türklerin görevi İslam’ın kalkanı olmaya dönüşüyor. Çünkü Türkler İslam ümmeti bilincini candan benimsemiş. Ümmeti kendi canından ve kendi milletinden bile öne almış. Burada sorun yok ama sorun buradan sonra başlamış.

*

Tek bir millet olarak haçlıyı durduran Selçuklu ve Osmanlı, İslam adına üstlendiği görevi yerine getirme aşkına öyle kapılmış ki İslam ümmeti olabilmek için Türk milleti olmayı ihmal etmiş. O kadar ihmal etmiş ki; millet olunmadan ümmet olunmayacağını anlayamamış. Ve bilek gücü ile gayet iyi ilerlerken, karşıda beyin gücü gelişmeye başladığını görememiş. Sonuçta beyin gücünü aşamamış; durmuş, durdurulmuş… Niçin durduğunu da anlayamamış bir süre... Sonra gerilemiş, geriletilmiş…

*

Avrupa'nın ortasına kadar gitmişiz ama kalamamışız, orada kalan Türkleri ve Müslümanlığa geçen Avrupa halklarını koruyamamışız. İslam halifeliğini almışız ancak İslam alemini beyin gücü geliştiren batının sömürgeleştirmesinden koruyamamışız.. Gerileme devrimizde, müslümanların gücünü İslam halifesine karşı kullanmayı beceren haçlı bakiyesi devletlerin beyin gücüne karşı çaresiz durumlara düşmüşüz. Bunun sebeplerini ideolojik ve duygusal etkilerden temizlenmiş bir bakış açısı ile anlamaya çalışmazsak, Kurtuluş Savaşı ile kurtardığımız son vatanı da hak etmez duruma düşeceğiz...

*

Bu duruma düşmemek için zaferlerimizi küçümseyen ve başarılarımızla arsızca, ahlaksızca alay ederek, düşman yalanlarını tarih diye anlatanların bizi birbirimize düşürmeye çalıştığını anlamalıyız artık!

*

Son 1 ayda 2 ABD ve bir de ABD seyahati toplam 3 yurt dışı seyahatim oldu. İlk ABD, Amerika Birleşik Devletleri. İkinci ABD ise Avrupa Birleşik Devletleri, kısaca Avrupa Birliği deniyor… Bir açıdan bakınca her ikisi de ortaçağda sığındıkları ümmetçilik fikrini bırakıp, milliyetçilik (milliyetçiliği aşıp, ırkçılık sınırına taşanların tarihi bir ceza yediğini hatırlayalım) ile ayrı ayrı milletler olarak geliştikten sonra tekrar “bir tür ümmet birliği kurmuşa benziyorlar”… Ancak, bu ümmet o ümmet değil!… Düşündürücü değil mi?

*

Çocukluğumda atalarımızın taa Selçuklular zamanında Buhara’dan gelip Karaman'a yerleştiği konuşulurdu. Ancak Osmanlı zamanında evlad-ı fatihan olarak Avrupaya gönderilmiş bir kısmı. En son, babamın dedesi, Osmanlı Avrupadaki topraklarını kaybedince, Macaristan’dan göçüp tekrar Karaman’a dönmüş. Heyecanla dinlerdik bu anlatıları. İhracatçı olarak o coğrafyalara iş seyahatleri etmeye başayınca, her seyahatin farklı anlamı oldu benim için.

*

Daha önce Slovakya’da tanıştığım Makedonya Türklerini hatırlıyorum. Duygu yüklü sohbetlerimiz olmuştu. Slovakya’daki Makedon Türkleri, biz Yörük’üz diyorlar iyi mi… Biz Osmanlı zamanında Konya ve Karaman’dan göç etmiş Yörükleriz diyorlar. Macaristan’da biz Türk’üz diyenler ise Osmanlıdan daha önce orada olanlar. Osmanlının bölgedeki yayılmasını hızlandıran ve kolaylaştıranlar da yine onlar. Ancak buna rağmen niçin kalıcı olamamışız! Cevap aradığım soru budur

*

Viyana’da bunları düşünüyorum… Aklıma ilk gelen yanıt, sanırım kendi sözcüklerimizi bıraktığımız için. Kendi sözcüklerimiz yerine başkalarının sözcüklerini aldığımız için. Küçük görünen ama büyük anlamlar taşıyan sözcükleri anlamadan veya yanlış anlayarak ve özensizce kullandığımız için. Çelişkiye bakar mısınız; Dünyaya boyun eğdirmişken, asırlarca hükmettiğimiz Araplara, İslam dini hatırına boyun eğmişiz. Dünyaya hakim olduğumuz dönemde, Yavuz Selim Han'ın ifadesi ile Araplara (İslam dini hatırına) hadim olmuşuz, yani hizmetçi!

*

Bunun sonucunda, kendi sözcüklerimizi iyice bırakıp onların sözcüklerini almışız… Anlamadan veya yanlış anlayarak aldığımız sözcükler yüzünden güçlü bileğimize rağmen beyin gücümüzün ezildiğini, zihnimizin kaydığını fark etmemişiz. Ve bilek gücüne karşı gelişen beyin gücüne yenilmişiz!

*

Ne mi demek istiyorum? Örneğin, tebliğ nedir uygulamadan, cihat nedir bilmeden, savaş ile aldığımız topraklardan, kan ve göz yaşı ile, aldıklarımızdan daha çoğunu kaybederek geri gönderilmişiz! Peki, cihat sözcüğünü niçin anlamadık? Biraz daha özenli düşünsek anlar mıydık? Savaşıp, öldürmek midir cihat etmek, yoksa çalışıp çabalayacak kalıcı kazanmanın alt yapısı hazırlamak için cehd etmek midir?

*

Acaba, oralara tebliğ ile, cehd ile gitmiş olsaydık nasıl olurdu? diyorum! İslam uğruna en çok şehidi verme onurunu taşıyan ve İslam için hem kılıç hem de kalkan olan Türk milletini günümüzde İslam dinindenmiş gibi görünerek, hoca şeyh kılığında yok etmeye çalışanların oyunlarını anlayabilir miydik? Ne dersiniz! Viyana’dan selam ve dua ile…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.