EMANETİ EHLİNE VERMEK

Öyle hoyrat harcıyoruz hayatı, bütün değerlere bir bedel biçip, yalnız o bedeli ödeyenleri, bir çerçeve çizip, sadece o çerçeve içinde kalanları yeterlilik vasfı olarak kabul ediyoruz. Her makama ulaşabilmesi için sadece bizim koyduğumuz ölçülere uygun olanları layık görüyoruz.

Her insan kendince bir maharet ve beceriye sahip olarak dünyaya gelir. Kimisinin akıl ve zekâsı, kimisinin el becerisi, kimisinin hitabeti, kimisinin söz söyleme sanatı, kimisinin ise liderlik ve yöneticilik gibi vasıfları kuvvetli olur ve insan bu vasıfları dünyaya gelirken yanında getirir.

En kaliteli insanı yetiştirmenin, daha küçük yaşlarından itibaren kişideki bu maharetlerin keşfedilmesi ve o yönde bir eğitimle mümkündür. Yapabileceği işin muhtevası ne olursa olsun, en iyisini yapabilme ahlakı ancak bu şekilde kazandırılır. Yaptığı iş hekimlik ise en iyi hekim, çiftçilik ise en iyi çiftçi, inşaatçı ise en iyi inşaatçı olacaktır.

Bunun aksinin olması ise emanetin zayi edilmesi olacaktır. Akli melekeleri kuvvetli olan bir kişinin, kendisini sınava tutanları, bilgisi ile ikna etmesi güç olmayacağından, aynı işi el becerisiyle yapan en iyi kişinin oturması gereken makama, hak etmediği halde oturması demektir. Bu da sadece o iş alanında değil, bütün toplumun ahlakının bozulması anlamına gelir.

İşi ehline vermek, hem o işi yapan insanları mutlu, huzurlu ve güvenilir ettiği gibi o işi yaptıranları da mağdur ettirmeyecektir. Rabbimiz, “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir” (Nisâ, 58). Buyurmaktadır.

Aslında bu konudaki ölçü belli, izlenecek olan yol belli. Herkes kendisine verilen becerinin farkına varmalı ve o yönde çalışmak için gayret göstermeli. Ebeveynler çocuklarının ne tür bir maharete sahip olduğunu, eğitim kurumlarından beklemek yerine, ilk önce kendileri görmeli ve çocuğunu ona göre yönlendirmeli.

Maalesef günümüzde bu ölçütler beceri ve maharet üzerinden değerlendirilmiyor ve belli alanlarda bilgi sahibi olmaları yeterli olarak görülmektedir. Bunun sonucu ise yapması gereken işi yapmayan ve başka bir alanda iş yapmak zorunda kalan, aynı zamanda yaptığı işi sevmeyen kişilerin o makamı işgal etmesidir. Hak edenin de o makama yaklaşamaması gibi bir sonucu doğurmaktadır. Oysa biliyoruz ki, hak edene hakkını vermemek zulmün ta kendisidir.

Bir işin ehli olmak, kişinin sosyal yapısıyla, inancıyla ölçülmemeli. Hele ki, ölçü koyanların o işe layık olup olmamaları en önemlisidir. Zira kendisinden daha ehil olmayanların koyacağı ölçü hem kişiye hem de işe en büyük ihanet olacaktır.

Bu konuda Hz. Peygamberimizin şu hadisini de hatırlatmadan geçemeyeceğim.

Ebû Hüreyre radıyallâhuanh şöyle anlatır:

Resul-i Ekrem sallâllâhualeyhi vesellem Efendimiz bir yerde sahabeleriyle konuşurken bir bedevî çıkageldi ve:

“–Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sordu.

Resulullah sallâllâhualeyhi vesellem Efendimiz sözlerini kesmeden konuşmalarına devam ettiler. Bunun üzerine sahibelerden biri:

“–Bedevînin sorusunu duydu, fakat soruyu beğenmedi.” dedi. Bir başkası da:

“–Hayır, soruyu duymadı.” dedi.

Resulullah sallâllâhualeyhi vesellem Efendimiz konuşmalarını bitirince:

“–Kıyamet hakkında soru soran nerede?” buyurdular.

Bedevî:

“–Buradayım, ya Resulallah!” dedi.

“–Emanet zayi edildiği zaman kıyameti bekle!” buyurdular.

Bedevî:

“–Emanet nasıl zayi olacak?” diye sordu.

Resul-i Ekrem sallâllâhualeyhi vesellem Efendimiz de:

“–Emanet ehil olmayan kimseye verildiği zaman kıyameti bekle!” buyurdular. (Buhârî, İlim 2, Rikāk 35)[1]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.