MEMNUNİYETSİZLİK

Halinden memnun olmayanların dünyasında yaşıyoruz. Her türlü nimete zahmetsizce ulaşanların, onlar kadar imkân bulmayanların, hatta hiç ulaşamayanların tamamı, bulunduğu halden memnun değil. Kimisi işinden, kimisi aşından, kimisi eşinden, ailesinden, kimisi içinde bulunduğu toplumdan…

Bir memnuniyetsizlik hastalığı ruhumuzu sarmış. Kendimizi rahat hissetmemek için verdiğimiz çabayı aksi yönde kullanabilsek ya da yaşamak istediğimiz hayatı kurmak için mücadele edebilsek, aslında hayatımızı daha kaliteli yaşayabilirdik.

Hayat şartlarının esintisine kapılmanın, rüzgârın önünde savrulan yapraktan farksız olduğunu bir türlü fark edemiyoruz. Ekmek kavgası adını verdiğimiz hayatımızı, bu kavganın yönlendirdiği istikamette yaşıyoruz. Yapmak istediğimiz değil, hiç istemediğimiz halde ulaşabildiğimiz işi yapıyoruz. Yapmak istediğimiz iş ise hayallerimizi süslemekten öteye geçmiyor.

İşin en acı tarafı ise, aslında bizim yapmak istediğimiz işi yapanların da o işi yapmak zorunda olmaları. Hatta çoğu zaman onun kahrına katlanmak, küçük menfaatlerimizi kaybetme korkusundan başkası değil.

Hayatımızı şekillendirirken, etrafımızın bizim için biçtiği yaşam elbisesine kayıtsız teslim oluyoruz. Kazandığımız imtihan notuna göre bir memuriyet, aynı notun kazandırdığı iş mesleklerden birsini seçmek zorunda kalmak ve hiç hesap etmediğin bir meslekte ömür boyu mesai yapmak…

Oysa elma yemek isteyen elma ağacının altında durması gerekirdi. Çünkü bulunduğu yer ona en azından dalından düşen bir elmayı verecektir. Fakat onun hayalini kurmanın da yemek kadar olduğu abartılı bir şekilde dayatılması ya da bulduğuna yetinmek zorunda kalması, insana maalesef yetmeyecektir. Çünkü herkesin hayalini kurduğu hayat, yaşadığı hayat değildir.

Bir de şu var ki, memnuniyetsizliğin belki de en kötü tarafı, yıllarca hayalini kurduğumuz ve ulaştığımız yeri bizden önce işgal edenlerin tamamının o yerden memnun olmayanlarla dolu olması. Biz hayallerimizi süsleyen o alana varabilmiş olsak bile, ne acı ki oradaki kişilerin şikayetlerini dinleye dinleye maalesef orasının hazzını da yaşama imkânı bulamayacağız.

Tabi ki istisnai durumlar olmayacak değil. Fakat bizim yaşam anlayışımız, çevremiz bizi nasıl ve nerede görmek istediyse oraya yönelmemizden ibarettir. Bize dayatılan en büyük anlayış, sevdiğimiz hayata ulaşamamışsak, ulaştığımız hayatı sevmemiz gerektiğidir.

Herkes bulunduğu yerin meyvesini yer, nimetlerinden faydalanır. Fakat yaşam standardında her zaman kendisinden daha rahat ve daha çok kazananı seyreder. Yetinememe ve bulunduğu yerin nimetinden en fazla istifade etme arzusu, aslında rüyasını gördüğü yerde olmanın hazzının yerine, memnuniyetsizliğini artırır.

Şöyle ki, hayal ettiği bir memuriyet için var gücüyle çalışmış, o memuriyete ulaşmak için kendinden ziyadesiyle fedakârlık yapmış, ulaşabildiği kadar da yardım almış olmasına rağmen, çok geçmeden o yerdeki düzenin bozukluğundan, her şeyin dışardan göründüğü gibi olmadığından yakınmalar ve en nihayetinde, kendisinden önce o yere gelenlerle beraber hem oranın nimetinden istifade eder ve aynı zaman da onlar gibi memnuniyetsiz bir hale gelirler.

Şunu da ifade etmekte fayda var, insanın ideallerinin peşinde koşması ve gerçekten varmak istediği yere ulaşması, ilk önce etrafının kendisine vermek istediği şekle itiraz etmesi ve kendinden fedakarlıklar yapması gerekir. Ferdi başarıların neredeyse tamamında bu özveri vardır.

İnsan nefsi kendisine hoş gelmeyen her şeyden rahatsız olur. Eğer bu anlayışına karşı koyamıyorsa her güzellikte bile kendisini rahatsız edecek bir bahane bulacaktır. O nedenle insanın ilk önce hayatın neresinde durduğunu fark etmesi, görmesi gerekir.

Kısacası, toplum olarak yapmak istediğimiz değil, yapmak zorunda olduğumuz işlerle uğraştığımız sürece, hayatımız boyunca memnuniyetsizlik hastalığından kurtulamayacağız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.