Yılmaz SANDIKÇI
Türkü söyleriz anlamadan dinleriz
Türkülerimizin bestesi, melodisi, ritmi yanında güftesini, sözlerinin anlamını, hikâyesini de dinleyin bence.
*
Bu konu ilk 1994 yılında dikkatimi çekmişti. O zaman Konya’ya uçuş yok, yurt dışından aldığımız makineleri kurmak için gelen mühendisleri veya bazen de yurt dışından gelen müşterilerimizi almak üzere Ankara, Esenboğa havaalanına gidiyorum sık sık. Konya - Ankara arası böyle çift yol filan da değil o zamanlar. Yol uzadıkça uzuyor ve stres yapıyor. Bir seferinde Konya’ya dönerken İtalyan misafirim radyo açmamı önerdi. Misafirim Türkçe bilmiyor diye yabancı pop çalan bir kanal bulmak için aramaya başladım ancak her kanalda acılı arabesk ve hüzünlü türküler var. Derken İtalyan “o kanal kalsın” dedi, “ama çok üzüntülü bir parça bu, anlasan ağlarsın, dinlemek istemezsin” dedim. Adam şaşırdı, “müzik çok güzel, coşkulu, hiç üzüntülü gelmiyor bana” diye cevap verdi. Şaşırdım, o güne kadar hiç fark etmemiştim, siz fark ettiniz mi bugüne kadar?
*
Geçen hafta Konya’nın Sesi Gazetesi’nde Banu Çiçekçi imzalı “Konyalıların en çok sevdiği türkünün hikâyesi yürek burkuyor” başlıklı haberi görünce 2014, Eylül ayından “Küçük Şeyler” başlıklı yazımı hatırladım.
*
Şöyle özetleyeyim izninizle; Sabah işe giderken açıyorum radyoyu gazetelerden haber başlıklarını dinliyorum, haberler içimi sıkarsa geçiyorum bir müzik kanalına. Peki, müzik de içimi sıkarsa ne yapacağım? Sabah sabah dinç ve neşeli bir şekilde işe gitmek varken, hüzünlü, acılı şarklar, türküler ile enerjiyi düşürmek niye? Dinleme arkadaş, başka kanala geç. Sen de haklısın kardeş! Ama sabah sabah sırası mı ağıtın hüznün? Bırakın millet işine gücüne daha bir enerjik, daha bir coşkulu gitsin, radyocular siz de buna katkı sağlayın lütfen… Acılı, hüzünlü müziği öğleden sonraya, akşama, geceye saklayın.
*
Sabah saatlerinde coşku verin işine giden insanlara, neşe, moral verin, enerji verin. Kötü mü olur? Radyocu olmanın milletin kültürel gelişmesi için bir hizmet olduğunu da unutmayın!
*
Zamanla anladım ki, biz çok ilginç bir milletiz, üzüntümüzü bile oyun havasıyla yaşayabiliyoruz… Eğer bugüne kadar fark etmemişseniz, açın bir türkü, örneğin “hey on beşli on beşli, kızların gözü yaşlı…” türküsünü bir daha dinleyin… Kendi başına bir şaheserdir bence. Çünkü On Beşli Türküsü aynı anda, hem ağıt hem oyun havası olarak ilginç bir örnektir. Her iki şekilde de söylenir. Ve bu ilginçlik bir çelişki değil, Türk Milletinin asker kimliğinde çıktığı zirvenin göstergesidir… Tabi ki anlayana!
*
On Beşliler Türküsü 1315 (1897-98) doğumlu, 18 yaşını henüz doldurmuş çocuklarını vatan uğruna, özgürlük uğruna savaşa, cepheye, yani bir daha görmemeyi göze alarak, kısaca ölüme gönderen anaların, babaların, ya da askere giden çocukların eşleri, nişanlıları veya yavuklularının yaktıkları bir ağıttır... Bu ağıt, zamanla türküleşirken oyun havasına dönüşmüştür... Bu da, dramatik bir ağıtı bile böyle neşeli bir ritim ile türküleştiren Türklerin, tüm acılarına ve zorluklarına rağmen doğanın ritmine nasıl da uyum sağladığını, yaşam ile nasıl da pozitif bağlar kurabildiğini gösterir. Farklı bir açıdan “Keklik Türküsü” de böyle türkülere bir başka örnektir. Bunları öğrenmediği için çocuklarımızın başka kültürlerin müziklerine özenmesi de yetişkinlerimizin ayıbı değil midir?
*
Böyle türküleri çıkaran Türklere, müzik açısından “arabesk öncesi Türkler” demek gerekir bence ve onları anlamaya çalışırsak, kültür kodlarımızı bozan tüm yabancı motifleri kaldırıp atmamıza yeter böyle türküler. Çünkü böyle türküler Türk milletinin asker karakterini gösterir. Anlayana tabi ki! Yaşadığı acıyı bastırmak için bir daha göremeyeceği, göremediği oğlunun ardından düğün yapar sanki anne babalar!... Yüreğindeki acıyı vatan sevgisi ile bastırır, şehit olmak, gazi kalmak ile onurlanırlar.
*
Günümüzdeki asker uğurlama törenlerine bakın, farklı mı? Sanki düğün töreni…
*
Konyalıların “Sille Türküsü” de o türkülerden biridir işte. Bir askerimizin cepheye giderken, yakınından geçmesine rağmen göremediği annesine söylediği bir türküdür… İstersen ağıt, istersen oyun havası olarak dinleyebilirsin. Ruhunun duruma, zenginliğine kalmış!
*
Bazılarına “küçük şeyler” gibi görünebilir böyle şeyler ama küçük küçük tuğlalar olmadan koca koca binaları yapamayacağımız kadar gerçektir, üzgün, bezgin, yıkılmış, umutsuzluğa düşmüş ruhlar taşıyan bedenlerin başarma isteğinin azalacağı... Sonra bunlar başarısızlıkları için suçu kadere atarlar. İşte o zaman geçmiş olsun!... Kendi kültürümüzdeki coşku, estetik, ironi, ritim ve espri zenginliğini bırakıp, başkalarının nedenini bilmediğimiz, içimize sıkıntı veren acılı kahır, inkâr, isyan ve umutsuzluk dolu arabesk müzik kültürünü takip ediyor olmamız bizi ilginç bir millet olmanın ötesine taşıyor… Tarihimizin derinliklerinden süzülüp gelen meziyetlerimizden uzaklaştırıyor!
*
Sözcükler küçüktür ama büyük anlamlar taşır! Küçük şeyleri küçümsemeyenlere selam ve dua ile.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.