AH ŞU BEN!

Bazen, hayata nereden baktığımı merak ediyorum. Aslında herkesin baktığı yer kendine göre doğru yerdir. Onun için kimsenin doğrusunu eleştirmek gibi bir derdim yok. Çünkü herkes eylemlerini mutlaka kendince haklı bir gerekçeye dayandırır. O nedenle niyetim, başkasının doğrusunu değil, gerçek doğrunun hangisi olduğunu fark etmektir.

Benim bu fikrim, ilk önce etrafımdaki insanlar tarafından tecavüze uğruyor. Çünkü bu konuda fikir sorduğun kim olursa olsun, kendi doğrusunu hemen dayatıveriyor. Oysa ondan istediğim kendi doğrusunu söylemesi değildir. Ama fıtratı gereği gardını almış ve kendi fikrinin haklılığına beni ikna etmeye çalışıyor. Her şeye bir eder biçen insan, akıl konusunda haddinden fazla cömert oluyor. Akıl mı istersin, hava gibi bedavadır.

Şimdi onları eleştiriyor oluşum, bir anlamda benim kendimi de eleştirmemdir. Zira bu satırlar bile bir anlamda benim doğrularımı bir ilanım oluyor. Tabi her insanın bana fikrini dayatamayacağı gibi benimde başkasına böyle bir yaklaşımda bulunmam doğru değildir. O nedenle bütün sözlerimi kendi nefsime söylüyorum.

Efendim şimdi gelelim meramıma, yani ben hayata nereden nasıl bakıyorum? Bu sorgulamayı yaparken, ağyara dokunmak ve dahası bulunduğum yeri keşfetmek adına, belki de en çok zararlı çıkacak olan yine benim.

Bakmak ile görmek arasındaki farkı herkes kedince yorumlar. Bir manzaraya birden fazla göz baktığı halde her gözün olayı görmesi ve değerlendirmesi farklıdır. Bu arada çok geniş bir alana sahip olan bu konuyu sadece bir cenahtan değerlendirerek görmeye çalışıyorum.

Herhangi bir ilişkide, eğer sen iki kişiden birisi isen, yani olayın içinde isen, senin bütün gayretin, kendi haklılığını ispat etmeye çalışmak oluyor. Tabi ki bu karşındaki kişi içinde geçerlidir. Çünkü o da aynı gayretle kendi haklılığını ispat etmeye çalışacaktır. Böyle bir durumda her iki taraf da bütün gayretiyle kendi doğrusunu savunacak ve kendi haklılığı kabul ettirmek için en son güce sarılacaktır. Ve güç kimde daha fazlaysa onun doğrusu baskın çıkacaktır. O nedenle olayın içindeki kişinin doğrularını ispat etmesi imkân dahilinde değildir. Hadiselere olayın bir tarafı olarak bakmak nefsi belki tatmin edebilir ama gerçeği göstermeyecektir.

Bu hadiseye bir de üçüncü kişi olarak bakalım. İrtibat halindeki iki kişiyi seyreden bu üçüncü kişi, karşısında cereyan eden hadiseyi o da kendince yorumlayacaktır ve kendisine göre hangisinin doğrusu kendi doğrusuna yakınsa ona hak verecektir. Onun adil olması da daha çok kendi doğrusuyla orantılı olacaktır. Ama diğer ikisine nazaran daha rahat olduğu için mukayese yapabilecektir. Bu şekilde bakmak elbette diğerlerine göre daha doğrudur fakat, gerçekliği tam olarak ortaya koymayacaktır.

Bütün bu hadiseleri olayın tamamen dışından seyreden birisi içinse, görüş çok daha farklıdır. Çünkü o bu üç kişinin de doğrusunu yanlışını değerlendirmeye muktedirdir. Bu da onun diğerlerine nazaran daha mantıklı değerlendirme yapmasına vesile olacaktır. Ve bu noktada ilahi takdiri de değerlendirmek daha kolay olacaktır. Çünkü olayın tamamen dışında olan birisi, haklının kim olduğundan ziyade, Hakk’ın kime daha yakın olduğunu görebilir.

İlahi Takdirin tecellisine inanan bir insanın, hadiselere tamamen bu noktadan bakması, gerçeği görmesi açısından daha güzeldir. Çünkü ne taraflar ne de bu taraflara hak biçenlerin değil, hakkın asıl sahibinin, koyduğu kurallara hangisinin daha yakın olduğunu görebilmek, en doğru yerden hayata bakmak demektir.

Sahi, ben hayata hangi gözle bakıyordum?

Ah şu ben...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.