Yakup ÇAK
Hani bir yılım daha vardı? (1)
Bu hafta insanın zaman algısıyla alakalı bir hikâye ile seslenmek istedim. İki bölümden oluşan hikâyemizin devamı bir sonraki yazımızda olacaktır.
Doktorun odasından çıktığında, benzi sapsarı kesilmişti. Hala olan bitenin farkına varamamıştı. Önce biraz soluklanabilmek için koridorda ki koltuklardan birisinin üzerine ilişiverdi. Başından aşağıya kaynar sular boşalmış gibiydi. O kalabalık hastane koridorunda sanki kendisinden başka kimse yok gibi olmuştu. Kalbinin sıkıştığını hissetti, vücudundan ter boşanıyordu. Elindeki mendille gözyaşlarını siliyor, bir yandan da eşine ne söyleyeceğini düşünüyordu.
Oysa doktorun odasına tahlil sonuçlarının iyi çıkacağı ümidiyle girmişti. Ne yapacağını bilmiyordu, artık hayatın ne tadı kalmıştı ne tuzu. “Bu kadar sıradan, bu kadar basit miydi hayat dedikleri şey, bu kadar çabuk muydu ayrılık vakti…” Demekten kendisini alamıyordu.
”Of be doktor, ne vardı şu tahlil sonuçlarının iyi çıktığını söyleseydin, ne vardı şu ilaçları kullanınca iyileşir deseydin…”
Beyni zonkluyordu. İliştiği koltuğa sanki çivilenmişti. Gözlerinden çaresizlik yaşları inerken, geçen yıllar gözünün önünden geçiyor, adım adım yaklaşan ayrılığın korkusu içini sızlatıyordu. Hepsi bir yana eşine ölümü asla yakıştıramıyordu.
“Demek buraya kadarmış, artık ne yapsam boş, Allah’ım her şey bir kâbus olsun, birazdan uyanayım ve bitsin…"
Ayakları, artık vücudunu taşıyamıyordu. Titrek adımlarla hastaneden çıktı. Bahçede bekleyen eşinin yanına gitmekten bu kadar korkacağı aklının ucundan bile geçmezdi. Önce bir kenara çekildi, sırtını duvara yasladı ve tutmakta güçlük çektiği gözyaşlarını boşalttı. Yanından geçenlerin meraklı bakışları umurunda bile değildi. Soranlara ise “bir şeyim yok” diyerek başından uzaklaştırmıştı. İçini boşaltmıştı boşaltmasına ama gözlerinin kızarıklığı artmıştı. Bahçenin bir köşesindeki çeşmeyi gördü ve elini yüzünü yıkadı. Biraz olsun ferahlamıştı ama içindeki yangın hala aynı hararetle yanıyordu. Önce bir taksi çağırdı ve eşinin yanına gelip “Taksi bizi bekliyor, hadi gidelim” derken gözlerini eşinden saklamıştı.
Taksiye binmişler ve adresi verdikten sonra eşinin o en zor sorusuyla yüz yüze geliyordu. “Hayatım, doktor ne dedi?”
Eşine, durumunu bildirmek istemese de nemli gözleri, ne kadar çaresiz olduğunu yüzüne vuruyor ve boşalmayı bekliyordu. Acı acı yutkundu önce, sanki ağzından çıkan bütün kelimeler zehirli bir ok gibi içine saplanıyordu.
“Korkacak bir şey yokmuş, biraz tedavi görürsen iyileşirmişsin”
Söylediklerine ilk önce kendisi inanmak istiyordu. Keşke doktor da böyle söyleseydi, ama durumunun iç açıcı olamadığını söylemişti. “Çok geç kalmışsınız, hastalık bu şekilde devam ederse korkarım tedavinin iyi sonuç vermesi bile mucize… Yalnız ağrılarını hafifletmesi için bazı ilaçlar verebilirim, yine de Allah’tan ümit kesilmez, dua edin ve moralini yüksek tutun…”
Hala söyledikleri kulaklarında çınlıyordu ve yüreğini paramparça ediyordu. Oysa eşinin doktorla konuşurken kapı aralığından kendilerini dinlediğini bilmiyordu. Eve gelir gelmez salondaki kanepeyi yatak haline getirdi ve eşini yatırdı.
“Biraz yatıp dinlensen iyi olur, bu gün oldukça yorulduk.” Dedi ve kaçar gibi odadan çıktı. Bütün çabası içinde tutmakta zorlandığı gözyaşlarını serbest bırakacaktı.
Adam hanımın bu tavrına hiç itiraz etmedi. Haberi yokmuş gibi davranıyordu fakat onun da içinde tarifi olmayan bir yangının alevleri yükseliyordu. İtiraz etmedi, yatağına uzandı, ama aklını bir türlü bu ölüm fikrine alıştıramıyordu. Yakın bir zaman sonra toprağın altında yatacağı düşüncesi, akılını zorluyordu. Yatamadı ve kalkıp oturdu. Başını duvara yasladı. Sessizce akan gözyaşları yanaklarından süzülmeye başlamıştı.
…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.