PERŞEMBELİK

Her gün biraz daha özümüzden uzaklaştığımız bu dönemde, eskiye olan hasretimizin ne kadar yerinde olduğunu gösteren bir hikâye ile nerde o eski günler, diyenlere sen yeter ki iste demek yeterli olacaktır. Yaklaşık yedi sekiz yaşlarındaydım.

Annem bulgurla doldurduğu, tabağının üzerini bir bez parçasıyla örttükten sonra, birkaç ev ötemizdeki komşumuza göndermek için elime tutturmuştu. Bunu her hafta düzenli olarak yapıyordu. Bazen bulgur, bazen yağ, bazen de çocuklarının yiyebileceği çerezlerden koyar, mutlaka her hafta gönderirdi.

Çocuk aklımla bu yaptığına bir anlam veremiyordum. Çünkü özellikle çerezleri bize bile kısarak verdiği halde, komşumuza tabakla gönderiyordu. Bir gün dayanamadım ve annemin karşısına geçerek sormuştum.

“Anne, bunları neden her zaman başkalarına veriyorsun. Ben istediğim zaman çoğu kez vermiyorsun?

Annem tebessüm ederek baktı yüzüme, saçlarımı okşadı. Sonra ağır ağır anlatmaya başladı.

“Yavrum bugün günlerden perşembe, verdiğimizin adı da perşembelik. En azından haftada bir gün, elimizde olanların bir kısmıyla, fakir olan, düşkün olan komşularımıza bir nebze yardımda bulunup hem onların ihtiyacını karşılıyoruz hem de sadaka sevabı kazanıyoruz. Komşumuzun fakir olduğunu biliyorsun, hem babaları da öldüğü için, evde çalışan geçimlerini sağlayan kimseleri yok. Yetimleri ortada koyacak değiliz ya, biz de yiyeceklerimizi onlarla paylaşıyoruz.

Annemin anlattığını can kulağıyla dinlemiştim. Küçücük beynimde hadiseyi yorumlamaya çalışıyordum.

“Herkes verir mi perşembeliği? Diye sordum. İçini çekti.

“Yok oğlum yok, ah herkes verse ortada fakir mi kalırdı… Hem birisinin kapısına gidip bir şeyler istemek öyle kolay değil. Eğer biz bu şekilde göndermezsek, yetimlerin gözleri yollarda kalır.

Babamın çalışıp alışveriş için şehre gittiği günlerde, bize getireceği hediyeleri düşündüm ve akşamı iple çektiğimi hatırladım.

“Anladım, babamla siz alışverişe gittiğinizde bizim beklediğimiz gibi yani, öyle değil mi?

“Evet, ama senin getirecek bir baban var, ama onların babası yok…

Aradan geçen yıllar, ne babamı bırakmıştı, nede annemi. Şimdi beni aynı şekilde bekleyen dört tane can parem vardı. Günlerden perşembeydi. Maaşımı almış ve çocuklarını sevindirmek için, bir marketten birkaç çeşit yiyecek almıştım.

Yıllar öncesinde yaşadığım o anı gözümün önüne gelmişti. Bugün farklı bir şeyler yapmalıyım hissiyle tekrar yiyecek reyonlarını gezmeye başladım. Hiçbir çocuğun geri çevirmeyeceği bir çikolatayı kutusuyla aldım. Evet, bugün hayatımda bir değişiklik yapacaktım ve sokakta gördüğüm bütün çocuklara ikram edecektim.

Yanlış anlaşılmasından da korkarak oldukça tedirgin bir şekilde önüme gelen ilk çocuğa çikolatayı uzattım.

“Alır mısın yavrum…

Kendisine uzatılan çikolatayı gören çocuk, şaşkınlıkla alıp almamakta kısa bir tereddüdün ardından,

“Teşekkür ederim amca… dedi ve çikolatayı aldı.

Çikolatayı verdiğim bu ilk çocuğun yüzünde ki tebessüm, içimde kopan fırtınaların dinmesine yetmişti. Sonra birkaç çocuğa daha, ardından başkalarına, derken kısa bir müddet sonra kutu boşalmıştı.

Çocuklardan bir tanesi merakla sormuştu. Cevap verirken sesim titremişti.

“Amca bunu neden dağıtıyorsun?

“Bugün günlerden perşembe, bu dağıttığımın adı da perşembelik. Bugün çocuk sevindirmek çok güzel olur da ondan. Eğer evinizde dedeniz veya nineniz varsa, onlara sorarsanız, size perşembeliğin ne olduğunu anlatırlar, dedim.

Birkaç haftanın ardından biraz daha rahat dağıtıyordum. Sonra ise her perşembe günü, ikamet ettiğim sokağın bütün çocukları, akşam gün batımına yakın, perşembeliklerini beklemeye başlamışlardı.

Annemin perşembelik tabağının yerini tutmasa da onları güzel yapan değerlerden bir tanesini yaşatabilmek bile insana doyumsuz bir haz veriyordu…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.