Yılmaz SANDIKÇI
ÇOCUKLARLA BAŞLAMALI
Küçük insanlar büyük insanlara çok şey öğretiyor aslında, öğrenmesini bilene tabi. Büyük insanlar yıllar içinde biriktirdiği tecrübeleri anlatmakla sınırlı kalırken hiç tecrübesi olmadığı için ön yargısız ve şartlanma sız tertemiz zihinleri ile minicik insanlar yaptıkları yorumlar ile bazen kırk yıllık profesörlerin seksenlik dedelerin bile saygısını kazanabiliyorlar.
*
Böyle şeyler saygı zemini sağlam, öğrenme bilinci gelişmiş toplumlarda oluyor tabi. Gelişmiş toplumlar çocuk deyip geçmiyor, hem onlara kulak veriyor hem de onları kalıplara sokmadan özgür düşünme geliştirmeye teşvik ediyor.
*
Gelişmemiş toplumlarda değil çocuktan öğrenmek, öğretmenden öğrenmek bile zor geliyor çoğuna çünkü böyle toplumlar öğrenmeyi öğrenmedikleri için gelişemiyorlar aslında… Ve gelişemedikleri için öğrenemiyorlar, bir kısır döngü içinde güçlerini içeride birbirini yemek için harcarken dışardan gelenlere yem oluyorlar.
*
Yem, av, avcı ilişkisi hayvanlar aleminde olandan farklı değil insanlar aleminde de. Bazı devletler, milletler avcı olurken bazıları av oluyor, yem oluyor ve sömürülüyorlar. Bu düzendeki rolleri belirleyen birçok değişken var. Bunlardan birisi milletlerin bedenleri besleyen gıda tercihleri diğeri ise milletlerin zihinleri besleyen bilgi tercihleri.
*
Tarihe bakınca, düzenin de rollerin de dönemsel olarak değiştiğini görmek mümkün. Bizim de Türk milleti olarak uzun süre avcı millet olarak rol aldığımız düzende, özellikle Selçuklunun son döneminde ve Osmanlının ikinci yarısından sonra av ve yem olarak rol almış olmamız öğrenmek için işin aslını arama gereği duyan kişilerin dikkatinden kaçmıyor.
*
Örneğin, ticaret gücünü sömürgeci akıl ile birleştirmeyi öğrenen İngilizleri tarihin en büyük avcı milleti olarak değerlendirmek mümkün. Bunlar tarihte tüccar ile ekonomist arasındaki farkı da ilk öğrenen millettir. Bu sayede sağladığı zenginliği bilime ve teknolojiye dönüştürerek çok değil yaklaşık üç yüzyıl süren bir mücadele sonunda dünya hakimiyetini Osmanlının son döneminde Türk milletinden almayı başarmıştır.
*
Elbette biz sömürgeci olmayı kendimize yakıştıramayız, yönettiğimiz ülkelerden zengin olmayı, elimizdeki zenginliği de hakim olduğumuz ülkelere harcamışız... Hatta Türk milleti, bu uğurda Türklüğünü bile harcamış ve sonuçta azınlıkların, devşirmelerin, dönmelerin yönetimine girmiş.
*
Sonuç olarak Türkler kendi aklı ile düşünmeyi unuttuğu için başka milletlerin aklı ile hareket etme yanlışına düşerek, bilek gücünden beyin gücüne geçememiş ve hakimiyeti altındaki toplumların hadimi (hizmetçisi) olmak zorunda kalmıştır!
*
Türk milleti, kurduğu son imparatorluk olan Osmanlı devleti zamanında batıdaki gelişmeleri takip edememesi yüzünden, ilimden bilime geçildiğini de görememiş, medrese tarzı eğitim yerine üniversite tarzı eğitimini koyarak bilgi, bilim ve teknoloji üretme seviyesine yükselen batılı devletlere geçilmiştir. Bu devletlerin başını İngiltere çekmiştir.
*
İngiltere’de 1997 yılından itibaren 4 yıl kaldığım dönemde fark ettiğim küçücük, minicik bir detayı paylaşmak istiyorum. İngilizcedeki “pupil” sözcüğü “göz bebeği” demektir, diğer anlamı ise “okul çağındaki çocuk” demektir. Yani İngilizler çocuk demek için kid veya child sözcüklerini kullanırken, okul çağındaki minik çocuklar için “pupil” yani “göz bebeği” sözcüğünü kullanmaları çok anlamlı gelmişti bana. Başarının altında yatan sırlardan birisi bu olmalı bence.
*
Bizim, okul çağındaki çocuklarımızı “eti senin kemiği benim” diyerek, “dayak cennetten çıkmadır” diyenlere teslim ettiğimizi düşününce, anlatmaya çalıştığım bu küçük sırrın İngilizlerin başarısında nasıl da büyük bir rol oynadığı anlaşılır inşallah. Anlaşılır da çocuklarımızın tertemiz zihinleri, büyüklerin şartlanma ve ön yargıları ile doldurulmadan, gerçeği öğrenmelerini teşvik edecek şekilde beslenir.
*
Kanmak yerine işin aslını arayarak gerçeği anlamaya çalışanlara selam ve dua ile.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.