Yılmaz SANDIKÇI

Yılmaz SANDIKÇI

İtalya'da Bir Üniversite

Geçen hafta İtalya seyahatimde dikkatimi çekti, Avrupa'nın en eski üniversitesiymiş Università di Camerino, kuruluş yılı 1336… O yıllarda bizde medreseler var hem de dünyanın en eski medreselerini yapmış olmanın gururu. Birçoğumuz işin aslını aramadan, hakikati anlamadan sadece övündüğü için aralarındaki farkı öğrenemiyor.

İzninizle şöyle özetleyeyim medreseler ilim yayar, üniversiteler ilimden bilim yapar. Ancak malumat ile bilgi arasındaki farkı anlayacak kadar düşünmeyen kafaların çoğaldığı ülkelerde ilim ile bilim arasındaki fark öğrenilemediği için medrese ile üniversite arasındaki fark da anlaşılmıyor.
*
Sonuçta bu farkı fark etmeyen tüm doğu coğrafyasında özellikle de akıl ile bilgiyi kullanarak anlamak için düşünmek yerine algı ile zannı kullanarak aldananların çoğunlukta olduğu Müslüman ülkelerde ve dahi ülkemiz Türkiye’de yetişen beyinler yurt dışına göçüyor… Beyinler göçerken bilim de göçüyor, gelişme, kalkınma çöküyor… Öyle ki büyüme ile kalkınma arasındaki farkı bile anlamıyor kalanlar…
*
Son üç yüzyılda değişen Yeni Dünya Düzenini sizce askeri ordular mı kurdu yoksa okullar mı? Mevcut düzen kanlı savaşların bir sonucu gibi görünse de, orta çağ sonrası başlayan bilim çağı döneminde yaşanan medrese ile üniversite yarışının bir sonucudur bence. Bu yarışı kazananlar, savaşları da kazananlar olmuş ve düzenin kurallarını onlar koymuş.
*
Medrese - Üniversite Yarışını ve aralarındaki farkı şöyle anlayabiliriz; Medresenin tarihi daha eskiye dayanabilir ancak kurumsallaşması ilk Müslüman Türk Devleti Karahanlılar döneminde oluyor ve Selçuklular dönemi de etkinliği zirveye ulaşıyor. İlk medreselerde sadece nakil ilimleri yani malumat aktarımı-nakli ile din dersleri okutulurken, Nizamiye medreseleri ile birlikte akıl bilimleri yani pozitif bilimler de müfredata giriyor ve uzun süre dinî ilimler ve pozitif bilimler birlikte okutuluyor.
*
Zirve döneminde medreseler, devletin gücünü besleyen insan kaynağını yetiştiren bir yapıda işliyor ancak zamanla ortaya çıkan değişime göre kendini yenileyemeyen medreselerde özellikle Osmanlı döneminin ikinci yarısına girilirken, pozitif bilimler dışlanıyor. Sonuçta medreseler hayata uygulanabilir tekniklerin geliştirilmesinde, batının üniversiteleri ile yarışamaz hale geliyor. Müslümanlar ile Hristiyanların dünya hakimiyeti yarışındaki kırılma da tam burada ortaya çıkıyor.
*
Çünkü bölgemiz insanı aklını duygusuna kolayca teslim edebildiği için medreselerde yetişenlerin bazılarını Allah’ın sevgili kulu, evliya ve benzeri makamlara yerleştirmişler. Bu akıldışı duygusallık ile bazılarının fikirlerini, akıl ve bilim olarak değil, Allah’tan gelen ilham (bazı durumlarda “hâşâ” vahiy) olarak görmüşler. Oysa vahiy sadece peygamberlere gelir ama duygular aklı baskıladığı için bazı âlimlerin sözleri, görüşleri vahiymiş gibi tartışılmaz ilan edilmiş. Birilerinin sözlerini tartışmasız kabul etme zorunluluğu, dogmaların din gibi anlatılmasına neden olurken, tartışarak hakikati anlamanın önünü kapatmış.
*
İtiraz edenlere de “akıl değil nakil esastır” görüşünü dayatarak sorgulamayı ve düşünmeyi köreltmişler zamanla. Sevmediği âlimi, kâfir ilan edecek kadar ileri gitmiş bazıları ve takipçileri eliyle rakip(!) alimleri ya itibarsızlaştırmış ya da öldür(t)müş!…
*
Aklı, düşünmeyi, istişareyi dışlayan taklit, itaat ve biat yoluyla iman etmeyi teşvik eden (bu alışkanlıkların çoğu günümüzde de devam ediyor) sözde âlimlerin hâkim olduğu medreseler, toplumda aklısız imanın yerleşmesine yol açmış zamanla.
*
Aynı dönemde batılı halklar, bazı tecrübelerin ışığında kilise üzerinden topluma hükmeden Hristiyan âlimlerin nakledegeldiği malumatın yalan ve yanlışlarla dolu olduğunu anlamaya başlayarak, aklı ve bilimi önceleyen üniversitelere kulak vermişler... Malumat nakleden ilim adamları yerinde üniversitelerde yetişmiş ve bilgi anlatan bilim adamlarını dinlemeye başlamış batılı halklar.
*
Sevdikleri bilim insanına insanüstü, ulvî özel makamlar vermeyi bırakmışlar. Bilim insanlarına, bilimin hayata uygulanabilirliği kadar sahip çıkmışlar, itaat veya biat zorlaması olmadan! Bilim insanlarının ilim adamlarından farklı olarak eleştiriye açık olmaları ve ilim adamlarının sözlerinin tersine bilim insanlarının sözlerinin tartışmaya açık olması, istişare ortamında akıl ve bilgi ile varılan sentezlerin bilime dönüşmesini sağlamış. Batılı halklarda gözlem ve ispata dayalı bilgiler itibar görmüş, bunun dışında kalan malumat dışlanmış. Sonuçta imansız akıl yolu ortaya çıkmış.
*
Medresede talebe, hocasına koşulsuz teslim olup, hocasının her fikrini itaat ile sorgusuz kabul ederken, üniversitedeki öğrenci profesör de olsa öğretmeninin fikirlerini eleştirme hatta reddetme veya üzerine bilgi ekleyebilme olanağı bulmuş. Medreseler ezber ile hafızayı beslerken üniversiteler merakı, araştırmayı, sorgulama, tartışma ile zekâyı beslemiş. Birisi aklın hafıza bölümünü geliştirirken, diğeri aklın muhakeme bölümünü geliştirmiş. Birisi takip ve taklit edeni, diğeri icat ve keşif edeni, geliştireni teşvik etmiş.
*
Bu fark açıldıkça, silahların gücü ve menzili, orduların etkisi arasındaki fark da artmış ve son üç yüzyıldaki savaşları kazananlar kurmuş Yeni Dünya Düzeni’ni… Yani, malumattan bilgi çıkarabilen, bilgiyi bilime, bilimi de teknolojiye çevirebilen üniversitelere sahip olan milletler… Bunlara karşı gelenler bile, o kurallar içinde karşı geliyor… Bunu dikkate almadan beyin gücüne karşı bilek gücü ile karşı koyacağı zannına kapılanlar, halklarını boşuna yoruyor, aslında kandırıyor, aldatıyor.
*
Türkiye’nin iki yüzü aşan üniversitesi ve sekiz milyonu aşan üniversite öğrencisi ile övünmek yerine üniversite eğitiminde tercih ettiğimiz modeli tartışmamız gerekiyor bence; dışı üniversite içi medrese olan eğitim-öğretim kurumları bilim ve teknoloji üretebilir mi sizce? Algı ile aldanmak yerine akıl ile anlayanlara selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.