Yılmaz SANDIKÇI
Kıbrıs
Temmuz’un 20’sinde Kıbrıs Barış Harekatı'nın 50. yılı kutlandı. Dile kolay 50 yıl geçmiş… Kutlu olsun! Geçen bunca yıla rağmen, hâlâ;
- Kıbrıs Barış Harekatı'na giden süreci bilmeyen
- Kıbrıs Barış Harekatı'nın sonuçlarından ders almayan
- Kıbrıs’ın önemini anlamadan, Kıbrıs’ı siyasetine konu eden bazıları var ve konuşuyorlar
*
Bilmeyenlerin, öğrenmeyenlerin, anlamayanların ve ders almayanların ortak özelliği; bir, zihinlerindeki çifte standardı atamamışlardır. İki, millet, vatan, devlet gibi esas konuları siyaset gibi yan menfaatlere alet etme hatasından kurtulamamışlardır. Üç, olayları bütün olarak görmek yerine, olayların sadece işlerine gelen kısmını kullanma ilkelliğini aşamamışlardır.
*
Gerçekleri anlamak ve tarihe mal olmuş olaylardan doğru dersleri çıkarmak için, öncelikle algımızı ve zihnimizi çifte standartlılıktan kurtarmak gerekir! Örneğin, Kıbrıs Barış Harekatından dolayı ülkemize uygulanan ambargoların sonucu oluşan şeker, yağ, gaz, benzin kuyrukları için dönemin Başbakanı Ecevit'i suçlarken, Harekat kararını alanın dönemin Başbakan Yardımcısı Erbakan olduğunu söyleyerek Erbakan'a cesaret payesi çıkarmaya çalışmak çifte standartlı ilkel bir zihnin ürünüdür.
*
Çifte standartlı, ilkel ve adaletsiz kişilerden olmak istemiyorsak;
- Bir karar sonucu gelişen sorunlar için birini suçluyorsak, o karardan oluşan övgüler için de aynı kişiyi tebrik edebilmeyi öğrenmemiz gerekir.
- Bir karar için birini öveceksek, o kararın sonucu gelişen sorunlar için de aynı kişiyi suçlamak gerekir.
*
Böyle davranabilen kişi hem adil hem de insan olma onuruna layık, asil olma yolunda adım atmış olur.
*
Risk ve kâr gibi başarı ve başarısızlık da kardeştir, birbirinden ayrılmaz. Bunu fark etmeyenler, fedakarlık üzerine kurulan ilişkilerde bir taraf “feda” ederken diğer tarafın “kâr” ettiğini göremezlerse sömürüldüklerini anlayamazlar. Ve kendilerini fedakar zannederken ahmak, budala durumuna düşebilirler.
*
Merhum Ecevit de merhum Erbakan da milletimizin yetiştirdiği değerli kişilerdir. Tarih denilen şey, işine gelince burasını işine gelmeyince şurasını konuşacağımız bir şey değildir. Tarih bir bütündür ve başarılar ile birlikte başarısızlıklar da konuşulursa geleceğe ışık tutar. Aksi halde düşman yalanlarını tarih diye yutturanlar meydanı kapar!
*
Bu yalancıların yalanlarına kapılmak istemiyorsak; geçmişteki olayları yaşandıkları dönemin şartlarını dikkate alarak düşünmek ve buna göre yorumlamayı öğrenmemiz gerekmez mi? Biz kim oluyoruz da tarihe mal olmuş kişileri suçluyor veya yargılıyoruz? Bu hakkı nereden alıyoruz? Bunu yapanlar algı ile mi yapıyor yoksa aklı ile mi, hangi bilgi ile?
*
Ayrıca, dönemin şartlarında ve o kişinin yerinde olsaydık biz ne yapabildik acaba? Ne yapabileceğimiz görmek için olayların önünü sonu ve yanını kenarını yani olay üzerindeki tüm etkileri öğrenmemiz gerekir değil mi?
*
Yani, Allah’ın Kur’an-ı Kerim’deki “efela tedebberun” (olayların önünü, ardını dikkate alarak) tedbirli düşünün nasihatine uymak gerekmez mi?
Ya da sevgili peygamber (sav) efendimizin “aldığı bir duyumu doğruluğunu araştırmadan başkalarına aktarmak Müslümana yalan olarak yeter”, “yalan ile iman aynı vicdanda bulunmaz” dediği hadis-i şerifleri dikkate almamız gerekmez mi?
*
Bunları ihmal edersek, “yalan söyleyen tarih utansın” diye diye kafaları karıştıran ve karışan kafalara düşman yalanlarını tarih diye anlatanlarca kandırılmamız kolay olacaktır.
Bunları ihmal edersek, doğru bilgileri ile bile yanlış yollara saptıranlarca kandırılmamız kolay olacaktır.
*
Bunları bilmeden her duyduğunu başkalarına nakletmek, her paylaşımı sosyal medyada yaymak adil ve asil olmak isteyen kişiye yakışır mı? Yakışmaz elbette!
*
Ha unutmadan, insanlığın aya çıkış günü de 20 Temmuz’dur. Siz bu yazıyı okurken biz Avrupa Kıtasını geçmiş, Atlas Okyanusu aşmış ve ABD’ye ulaşmış olacağız, inşallah. Dünyanın her neresindeysek kendisine, insanlık onuruna yakışanı ve yakışmayanı bilen kişilerin çoğalması duası ile selamlar...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.