HAYAT NOTUMUZ…

Hayat diyorum hayat…

Sanki benim için özenle hazırlanmış ve sırf benim için özel kurulmuş bir sahne. Gözlerimin önünde cereyan eden her şey her olay sadece benim tepkimi ölçmek için gerçekleşiyor gibi geliyor.

Duvarın üstüne çıkan bir kedi bile sanki benim için çıkıyor, sokağımızdan geçen eskici, okula giden çocuklar… Meyve veren ağaç bile, sanki benim için veriyor gibi… İnsan yaşadığı anların ve etrafında gerçekleşen olayların ne kadarını, hayatım diye ömür defterine kaydeder? Mahşeri kalabalıkların arasında dolaşırken, içimdeki yalnızlığa ayna tutmak istiyorum.

Gözlerim diyorum mesela, gözlerim…

Benim dünyama açılan pencerem, gönlümü beslediğim rızık kapısı. Hayatımın çetelesini tutan kalemim. Renklerin ahengini gösteren ışığın, nesneler üzerindeki fırçası. Benliğimin dışa bakan yüzü.

Gözlerim, görmediğim ve arkamda yaşananların, üstüne örttüğüm kalın perde. Nefsimin hoşuna gidene bakan ve bütün dikkatimi o yöne çeviren, sonra yüreğime işte hayat diyen, küstah hislere kapı aralayan aynalarımdır…

Sonra duyduklarım girer araya. Gördüklerim ve duyduklarımın rotasında, gelişi güzel bir akıntıya kapılırım pervasızca. Yalnızlığımı gizleyebildiğim en güzel sığınağımdır duyduklarım. Merak kapılarının gizemli anahtarıdır. En az gözlerim kadar hayatımı şekillendiren kulaklarımla duyduklarımı da ekliyorum hayatım dediğim ömür defterine.

Bazen dünyanın öbür ucundaki eylemler geliyor aklıma. Ya onlar, benim ne kadar hayatım oluyor, diyemiyorum. Biliyorum ki, zaten o eylemlerde benim için gerçekleşiyor. Belki etkilenenler başkası gibi görünüyor, ama benim vereceğim tepkim, benim hayatıma düşeceğim bir nottur. Biliyorum ki şahit olduğum birçok eyleme müdahale edecek konumda değilim. Sadece safımı belli edebilecek kadar bir gücüm var.

Gözlerimizin gördüğü resimler, kulaklarımızın duyduğu sesler, zihnimizde kurduğumuz dünyanın birer parçasıdır. Yoksa hadiseleri yaşayanların bunu hak edip etmemeleri bizim kuracağımız bir terazi ile tartılacak değildir.

Biliyorum, her başlangıcın adı doğumdur. Her bitenin adı da ölümdür. Güneşin yeni bir güne doğması, bir insanın dünya hayatına başlaması, bir tohumun çatlayıp ölümün içinden hayata filiz açmasıdır doğum. Elbette ki düşüncelerin de ortaya çıkması aynı şekilde bir doğumdur. Her doğuma şahit olmak bizim hayatımızı oluşturan faktörlerden başka nedir ki?

Her başlayanın doğumuna şahit olmak kadar, bitişine yani ölümüne şahit olmak da aynı derecede hayatımızı oluşturur. Güneşin ışığını toplayıp gitmesi günün ölümü, güneşin batması olarak isimlendiriliyor. Her başlayanın akıbetinin bitiş olduğunu her gün usanmadan gösterir.

Çiçeklerin rengârenk bir görüntüye bürünmesi, mis gibi kokularıyla nasıl da insanın iştahını kabartması, enfes meyveler, yiyecekler, içecekler… Onların isimlerini bilmek, tadını bilmek, dahası onları hayatımıza katmak, sadece bilgi olarak bilmekle sınırlı olamaz. Bilgi fiziki bir surete bürünmediği sürece sadece hayaldir. Ona gerçeklik elbisesi giydirmek ise, hayata katmak, anlamlandırmaktır.

Buradan anlaşılan en büyük ibret ise, insanın mazi dediği hatıralar ve şahit olduklarının yanında, gördüklerine verdiği tepkilerin kişinin hayatım diyebileceği tek şey olduğu gerçeğidir. An içinde yaşadığımız her şeyi mazi defterine yazarak hayatımızı dokumaktayız. Hayaller mi? Hayaller ne dünündür, ne de bugünün, yarının defteridir. Ulaşmak istediğimiz menzil, hedefimizdir. Her ne kadar bize ait gibi görünse de asla bizim olmayan tatlı rüyalardır.

Sözün özü, hayatımız dediğimiz her hadise, gözümüzün ve zihnimizin şahit olduğu şeylerden başkası değildir. Eğer bir kediyi duvara çıkıyor görüyorsak o bizim şahit olduğumuz hadise bizim hayatımıza yazdığımız bir nottur. Yoksa biz görmesek bile yine kedi duvara çıkar. Ama bizim hayatımıza girmez…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.