Yakup ÇAK
ŞEHRİN GÖNLÜNE DOKUNMAK
Bu şehre her gelen bir köşesini tutmuş. Kimisi evlerini barklarını, kimisi dükkanını fabrikasını, sanayisini, gayri menkullerini, tarlalarını, dağını taşını sahiplenebilmek için talan ediyorlardı. Bölüşme kavgasında, arada kalıp hep hırpalanıyordu bu şehir.
Kimsenin umurunda değildi ruhundaki sarsıntı, bağrına bastıklarının hiçbirisinin aklına gelmiyordu, yüreğine, gönlüne dokunmak. Nankördü insan, kendi nefsine bile ihanet ederken, onlardan vefa beklemek boşunaydı, biliyordu. Birkaç gönül hamalının dışında…
Yollarında, mahallerinde, sokaklarında hatta evlerinin odalarında yaşayan bir şehir vardı, her gönlün hissedemediği, her gözün göremediği, her kulağın sesini duyamadığı bir şehir… Ama günün her anında insanlar gibi nefes alan, düşünen, hisseden, duygulanan hatta haykıran bir şehir.
Kim bilir, Gevale her gece hangi ruh haliyle seyreder, günbegün balon gibi şişirilip büyütülen şehri. Yüzlerce yıldır sinesinde yankılanan seslerin, araba homurtularına yenilmesine ne kadar içerler bilinmez.
Böylesi bir talana kaç defa maruz kaldı bilinmez, ama bir ağacın koca gövdesini yiyen kurtçuklar misali, insanların dağlarına taşlarına bu kadar saldırılmasına bir anlam veremiyor olsa gerek. İnsanların hırslarına sadece kendilerini değil, koskoca bir medeniyeti de kurban ettiklerini görmek, kanına dokunmaz mı, kanserli bir insanın hayata küstüğü gibi küstürmez mi?
Ya o Meram bağlarına ne demeli? Sanki mezar taşı niyetine beton yığını evler dikilmiş başına, mezarın üstünde tepinenlere duyurmadığı sesini, içine bir ağı gibi akıtmaz mı? Döşüne vurulan her bir kazma darbesiyle yüreği delinirken, feryadını duyuramamak, kara gözlerine sinen umutsuzluk, buğulu bakışına yansımaz mı?
Geçmişinin üzerine ölü toprağı atılmış, ruhsuz insan yığını taşımaktan yorulmuş mudur Alaattin Tepesi? Acaba unutabilmiş midir, üzerinde gezen hem dünya hem ukba sultanlarının çağlar aşan seslerini? Şimdi etrafını saran saçma sapan gürültüler arasından, o asırlar ötesinden seslenen gür sedaları hala arıyor mudur kulakları? Makyajlanmış yüzünün altına gömülen tarihin, feryadı kulaklarını sağır etmez mi? Hele aslını, kültürünü unutan bir yığın kalabalığa, sesi çıktığı kadar feryat etmez mi? Demez mi, “Ey divane gibi üzerimde dolaşan ruhsuzlar, ayaklarınızın altındaki toprağın sesini neden duymazsınız? Siz ayağınızın altındaki bu toprağı sadece toprak parçası mı sanırsınız? Her karışında bir damla kan, bir can yatıyor. Biraz edep, biraz saygı, biraz vefa yok mudur sizde?”
Alaattin Camii, Yeşil Türbeye hasret edileli beridir, her gün biraz daha uzaklaşıyordu şehrin tebaası, şehrin ruhundan. Sanki kaldırımlara döşeli taşların arasında, bir avuç toprak bulup oradan hayata tutunan bir ağaç gibi olsa da şehrin ruhu daralıyor, ulu camilerin minarelerinden bile yüksek binaların arasında.
Nasıl kıskanmasın Durunday’ı, Lalebahçe’yi, Aşkan’ı, Araplar Mahallesi? Her ne kadar oralar da betonla mücadele etse de Sedirler, Aymanas, Çaybaşı, Hacıkaymak, Küllükbaşı artık o eski günlerini arayan ihtiyarlar gibi, ihtişamlı ama yükü dünyadan ağır bir hasretle, geçmişini aramaz mı?
Artık beklemez bu şehir, sokak kapılarının önünde oturan kadınları, top oynayan çocukları, ellerinde bakkaldan aldıkları ekmekleri, erzakları, alamayan birisi görmesin diye saklayarak götüren adamları, komşusunun hem terbiye etmesi için hem de göz kulak olması için emanet ettiği çocukları, kendi çocuklarından ayırmayan, evinin yedek anahtarının birini de komşusuna bırakan ve aynı emaneti cana minnet bilen kardeşten öte komşuları…
Mahalle bakkallarını marketlere peşkeş çektiğimiz günden beridir, dar gelirlilerin yaşantısından haberi olmayan komşuluklar yük olmaz mı bu şehrin vicdanına?
Kalabalığın arasında ara sıra karşılaştığı güzel insanların hatırına, görmezden mi geliyor bunca çirkinliği? Oysa şehirleri anlamlı kılan binaları, bağları bahçelerinin yanında, o beldeyi ihya eden güzel insanlardı. Belki samanlıktaki iğneyi aramaktan çok daha zor olsa da bir kenar mahallede, ya da çarşının kalabalığı arasında varlık savaşı veren o güzel insanların varlığını bilmek, tek tesellisidir.
Biz bu şehrin taşına toprağına olan sevgiden daha çok
Ruhunu hissetmeyi, aldığı nefese eşlik etmeyi
Gecesini aydınlatan kandillerinin izinden giderek
Gönlüne, yüreğine dokunmayı sevdik…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.