TUHAF BİR GÖÇ

Yıllar önce başlayan göçün nihayete erdiği günleri yaşıyoruz sanırım. Belki de cazibeli bir başlangıçtı ilk zamanlar. Şimdi ise o cazibenin yerini koyu bir zorunluluk almış durumda. Işıltılı bir hayat, modern ve lüks binalar, olabildiğince kalabalık insan yığınları...

Göçümüz, aslında pek de hoş bir göç değil. Doğallıktan yapaylığa, topraktan betona, kendine özgülükten başkalaşmaya, köyden şehire, ne yazlık ne kışlık olmadan açık arazilerden kapalı binalara, doğanın sesinden makinaların homurtularına doğru bir göç…

Çağın iletişim araçları sayesinde artık ne köylü ne şehirli ne doğulu ne batılı hiç kimsenin kendine has ne sesi kaldı ne örf ve adetleri. Tek tip insanlaşmaya doğru farkında olmadan adeta bir nehrin denize koştuğu gibi koşuyoruz.

Herkes sadece kendi içindeki dünyasında yaşamak istediği yerde olabiliyor. Herkes kendisine dayatılan istemediği bir hayatta mahpus, hayallerinde bile özgürce kanat çırpamayacak kadar tutsak, kendileri burada kafaları bambaşka diyarlarda dolaşan mecnunlar sürüsü, buna rağmen halinden memnun ‘muş' gibi davranmak zorunda kalan zavallılar…

Göçümüz ben olmaktan ötekileşmeye, yünden, pamuktan, ketenden naylonlasmaya, kendi zevkine bile sahip çıkamadan başkaldırının şekillendirmesiyle kılık kıyafet anlayışına, ne giyeceğini bile kendisi seçemeyen tuhaf bir akıntının önündeki çer çöp gibi…

En tuhaf göç hikâyelerimizin arasında kültürümüzden, yaşam tarzımızdan uzaklaşarak, hazırcılığa çalışmadan kazanmaya olan yolculuğumuzdur. Köyde yaşayan insanlarımızın bile doğal ürünlerden uzaklaşarak hazır gıdalara yönelmesidir. Kendi hayvanından sağdığı sütü, mandıralara gönderip peyniri yoğurdu oradan alması, bunun en acı göstergesidir.

Amaçla aracı birbirine karıştırmış, farkında olmadan heva ve hevesinin cenderesinde kendisine bir yer bulabilme çabası ve hatta araca mahkûm edilmiş bir hayat anlayışı… Zenginliğin sadece mal ve servetle ölçüldüğü kısır döngülerin diyarına bir göç…

Öyle görünüyor ki artık sınırların en uç noktalarındayız. Gidebileceğimiz kadar gittik, kendimizden uzaklaşabileceğimiz kadar uzaklaştık. Geri dönüşü düşünemeyecek kadar gözümüzü ileriye diktik. Bu durum belki haklı sebepleri de bünyesinde barındırsa da artık kişilerin sadece potansiyel birer tüketici, birer müşteri olmaktan öteye geçmeyeceği kaçınılmaz oldu. Ya düzenin bir parçası olacak, ya da bir parçası…

Şahit olduğum bir göç hikâyesi, bu gidiş nereye sorusunun bile artık bir şey ifada etmeyeceğini görmek açısından yeterli. Birkaç yıl önce köyümüzden bir gencin, evlenemediği için şehre taşınma durumunu duyduğumda hayretler içinde kalmıştım. Çünkü o gencin köydeki malı mülkü şehirde yaşayan değme insanda yoktu. Her şeyi vardı ama köyde yaşadığı için kendi köylüleri dâhil kız vermiyordu. Nihayetinde şehre geldi ve asgari ücretle çalışmaya başladı. Belki de çalıştığı patronunda bile zengindi ama evlenebilmek için buna mecbur kalmıştı. Bütün hayvanlarını satarak şehrin yolunu o da tutmuştu.

Bunun gibi nicelerinin üretimi bırakıp şehre geldiğine her gün şahit oluyoruz. Adeta fabrikalar sırf evlenemeyip şehre taşınmak zorunda kalan, tabiri caiz ise ‘züğürt ağa’larla dolu. Hayat pahalılığı gibi yaşamı zorlaştıran birçok sebebin temelinde yatan bu göçün, ne zaman ve nasıl bir geri dönüşü olacağını inanın çok merak ediyorum. Zira bu şekilde davranmaya devam ettiğimiz sürece bize bu pahalılık az bile demekten kendimi alamıyorum…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.